3.11.2016
Şizofren Hastanın Ölümü
Evet her ölen ölmüyormuş, ölenle de ölünmediğini aslında bizleri kandırmak amaçlı söylendiğini yada ölümün bir ayrılık olduğunu anlatmak isterdim. Ölmüştüm korkulacak bir şey yoktu kendimden biliyordum kimse inanmıyordu bana. Sadece tutunmak istemiştim oysa ki ben, birinin elinden tutmak ve asla bırakmamak istemiştim daha sonra o ellerin bıçak gibi keskin olduğunu nereden bilebilirdim ki kimse söylememişti bana ve hep sürekli birilerine inandım yada kandırıldım durdum. yapabileceğim bir şeyim yoktu artık gücüm bitmişti dünyada yaşayan altı milyar insan varken bana ne gerek var dedim. O yüzden kendimi kaybettim Allah geride kalanlara sabır versin diyerek ceketimi bile almaya gerek duymadım, sonuçta bu dünyadan alacağım yoktu aksine dünya bana borçluydu borçlarını ödemek içinde sürekli hiç acımadan kalbimi kırıyordu. Ne garip insanın kalbinin kırılması özellikle de sevdikleri tarafından. Bir insanın kalbinin kırılması ve hayatın daha çok boka batması yada o çukurda sürekli çırpınmaya çalışman. Tutunmak artık zor geliyordu, çünkü tutunacak bir el kalmamıştı. Gözyaşlarım kurumuştu, kalbimden kan yerine başka bir sıvı akıyordu, bedenim çürüyordu etrafa pis kokudan başka bir işe yaramıyordum kendimi kimsesizler yurduna bağışlamak istedim orada da kimse sahip çıkmadı yalnız kalmanın, yalnızlığın uçurumunda kendimi freni boşalmış bir kamyon gibi hissediyordum ve uçurumdan aşağıya atmıştım artık. Dedim ya ben kendimi kaybettim asıl Allah geride kalanlara sabır versin. Boğazımdaki ipi çıkarmak için çok uğraşmıştım olmamıştı tabi o ip boğazıma yakıştığı için kimsede çıkarmama yardım etmedi gerek duyduklarında biraz daha sıkmak istediler yada sıkmalarına ben izin verdim. Evet bedenim artık ağır geliyor bana, kurtulmak istiyordum yapamıyordum, yalan yok hayatım boyunca hep ölmeyi istedim ben, başaramadım ölüm konusunda bile çizgimden asla ayrılamadım. Terk edilmiştim, bir sokak başında sessizce ağlıyordum kimse yanıma gelmesin diye daha fazla canım yanmasın diye sesimi çıkaramıyordum. Kaybetmiştim çünkü ben ve o kadar büyük kaybediş olmuştu ki bu olay artık kaybedecek neyim var diye isyan bile ettiğim günlerim olmuştu cevap alamamıştım. Bir resmi gazeteye giderek orada çalışan bir editöre kaybettiklerimin resmini vererek daha fazla kaybetmek istemediğimi söyleyip bunları ön sayfaya basmasını istedim sağ olsun kırmayan tek insan o editör olmuştu ama ertesi gün gazete batmıştı ve o gazeteyi kimse alamamıştı toplanan bütün gazeteler gözümün önünde yakılmıştı dünya başıma yıkılmıştı. Sabahları kalktığımda hayatın kötü tarafıyla yüzümü yıkamayı o zaman öğrenmiştim ve bir daha asla kazanamadım. Blöf olmuştum çünkü ben, kumar masasında tanrıyı kandırmak amaçlı kullanılmıştım, bedenim en çok buna ağır geliyordu kırılmadık bir yerim kalmamışken birde üstüne kullanılmak.
Nefessiz kaldığım süre o kadar uzun zaman olmuştu ki bir deniz kenarında oturup nefes aldığımı o gün anlamıştım. Sözde mutluydum ama mutluluk numarasını o kadar iyi oynuyordum ki etrafımda olan insanlar bile hayretle izliyorlardı. Sürekli kaybediyordum ve hiç sıkılmadan aynı hızla yoluma devam ediyordum, garip gelen kazandıklarımın diğer cebimden boşalması oluyordu sanırım. Kaybettim ve kaybetmek adına yeminler ettim. Ben oysa ki tutunacak bir el arıyordum ellerimin bırakılmasın istemiyordum.
Bu sefer bitti
.........
30.09.2016
zaman ve kahve
Bir çift zardım çuhaya atıldım bunu yapan kirli ellerdi aslında, her şey sonu kötü giden bir filmden ibaret bizler sadece o filmin figüranı rolünde oynuyoruz ve her figüran gibi ya ölüyoruz yada kameranın arkasında birilerine el sallıyoruz sırf bizleri görmeleri adına bunu belki de milyon kere tekrarladığımız da oluyor elbette ama asla pes etmiyoruz çünkü yalanda olsa umut denilen illetin beşini bırakamıyoruz peste edemiyoruz ettiğimiz an birşeylerin kötü gideceğini biliyoruz. Eylül ayı bitti artık benim için ve hayatımda ilk kez bir eylül ayında yenilgiye uğramadım ama daha dur bunun ekimi var genelde eylül ayında bir bokluk çıkmazsa ekime atar olaylarını daha sancılı ve daha ağrılı geçsin diye öyle yapar. Sevmiyorum eylül ve ekimi sevemiyorum, benden o kadar çok şey götürdüler ki, hayatım boyunca asla da sevmeyi düşünmüyorum ve hayatımın sonuna kadar da böyle gidecek. Duruldum, yoruldum, bittim ve tükendim… bir romanın kahramanı yada bir filmin başrol oyuncusu olabilmek için çok uğraştım ve başarısız oldum bunu zamanında intihar eylemlerimi gerçekleştirdiğim günlerde aklıma gelmişti ve asla da aklımdan çıkaramadım. Beynimle defalarca dalga geçtim, zekamı nerede bokluk var hep onlara yordum ve yoruldum. Hayallerimin peşinden koştum, önce ayaklarımı kestiler sonra ellerimi geriye kalan organlarımı lime lime edip köpeklerin önüne attılar çünkü bunların hepsine kendi gözlerimle şahit olmuştum, kilisede papazın yanında gözlerimi oyduğumda geriye benden kalan bir şey olsun istemedim, vücudumda ne kadar ağırlık yapan organ varsa hepsini askeri hastanesine bağışladım, dayanamadığım günlerim oldu, sayısız günlerim, acının en dibini yaşadığım günler yani, acının diğer evresi denilen olay oluyor ya işte o zamanlarda uyuşturucuya başladım kanıma yakışan ne kadar madde varsa hepsini tattım alkolü asla bırakmadım sigaramı kimselerle paylaşmadım sadece yalnız kaldığım zamanlarda kendime bir demlik çay demleyip onu içtim içine su yerine votka koymayı tercih ettim, yalnızdım ve yapayalnızdım. Tozlu raftan bir plak alıp onu dinlemeye karar verdiğim gün hayatın gelmişine geçmişine küfürler ettim. Karanlık odada ışıklarımı yakamadığım günlerim olmuştu sırf karanlıkla aramdaki korkuyu yenebilmek için ve yenildim karanlık beni içine aldı ve öldüm ve dirildim. Defalarca ölmüştüm aslında ben tekrardan başlamak adına daha ne kadar savaşmam gerektiğini bilemedim cahildim dünyanın rengine kanmıştım bunu bana söyleyen Neşet Ertaşın kendisiydi o günden sonra hayatla aramda bir bağ kalmadı. Hayallerim vardı benim sonu mutlu biten, masallardaki gibi hayallerim ama azıcık acıklı masallardı onlar, her masal gibi bir prensese aşık oluyordum o beni görmüyordu, zaten haklıydı da masallarda ki prenses bile prense aşık oluyordu bütün masalların ana karakteri buydu, ben sadece o masalın figüranıydım tek bölümlük tek sayfanın tek bir cümlesinde adım geçiyordu sonra kimsenin aklına gelmiyordum. Yazıyla aramda güçlü bir bağ kurduğumda o masalların hepsini yakmaya karar verdim sonuçta benim yandığımı görmüşlerdi birazda sıra sizde diye onların masallarını yakmaya karar verdim başarısız oldum ve başarısızlık konusunda çizgimi asla aşamadım. Kötü biri olmak için çok uğraştım ve çok ileriye gittim. Yüksekte yerim yoktu ama yüksekte olan insanları da aşağıya çekebilecek gücüm vardı henüz ölmemiştim, daha doğrusu henüz öldürememişlerdi beni nefes alıyordum ve bu durum benim zoruma gidiyordu hepsi o kadar. Evet eylül ayı bitti artık sizlere dediğim gibi ilk kez bir eylül ayını yendim. Yenmek aslında güzel bir duygu ama korkularım var hala eylül ayında eğer bir şey olmazsa mutlaka ekimde bunun iki katı kötü bir şey olur ve sancısı eylül ayı gibi de olmaz daha etkili olur mesela geçen sene eylül ayının sonunda kız kardeşim ortaya çıkmıştı kendi kanımdan biri yıllarca beni aradığını söylemişti inanmamıştım daha doğrusu onu istememiştim çünkü benim hayatıma kıyısından köşesinden yakalayan insanların başına beladan başka bir şey getirmiyordum ben, yıllarca beni aradığını söylediğinde bile ona karşı en ufak bir şey hissedememiştim kardeşlik duygusunun nasıl olduğunu o kadar iyi bilmeme rağmen bunu öz olmayan aynı kanı paylaşmadan tanıdığım dostlarımdan biliyordum çünkü onlarda kardeşlerimdi ve onlarda kırmak ve parçalamaktan asla kendilerini üstün görmediler ve her defasında ilk yarayı onlardan almıştım, demiştim çünkü sizlere benim yaralarım sahicidir diye. ‘Eylül toparlandı gitti işte ekim falan da gider bu gidişle’ sonrası kaldığım yerden devam edeceğim. Kaldığım yerden devam edebilmek adına elimdeki bütün kozları son kez oynamak zorundayım. Hayallerimden vazgeçmiş değilim seneye bu zamanlar Antalya da dükkan açma fikri, kitap işi ve son. Senaryosu bitmiş ve final yapmış bir dizi gibi, sonrası çok büyük mutluluk, vakitsizliğimde oldu elbet her vaktimin sonunda bir çıkmaz sokakta kaldığım gecelerde aklıma geliyordu bunlar, bazı geceler gözyaşlarımın tuzu yanaklarımı eritecek sandığım gecelerimin olduğu günlerde aklıma geldiği gibi ve her gözyaşımda bir hayalim yok oluyordu aynı masallardaki hikayeler gibi ve her masalın hikayesini kendi ellerimde jiletle doğruyordum. Sol kolumdaki jilet izi bunun ispatıdır, inanmazsanız son maddeye söyleyin. Çocukluğumu beş yaşında yakmıştım ve o günden sonra büyümeye karar verdiğimde hayatla aramdaki bağı kesemediğim o gün hayat benimle arasındaki bağı kesmişti yanlış yaptığımı biliyordum ama düzeltemiyordum ve düzensizlik konusunda benden iyi olan kimse yoktu bu dünyada. Kendimi galata kulesinde gördüğüm günlerim olmuştu ve yüzbinlerce kez gittiğim zamanlarım fazlasıyla oldu, hayatımda bir kere çıktım ve o gün oradan kendimi hızla aşağıya attım aşık olduğum bir kızla evleneceğim ümidiyle çıktığım gün aslında oradan kendi cansız bedenimi attığımı bilmiyordum yada o kızın beni oradan aşağıya attığını henüz hesaplamamıştım hesaplayamadığım o kadar çok şey olmuştu ki takip edemeden oradan hızlıca atılmıştım ölmemiştim sadece kalan son parçalarımı yerden hızlıca topluyordum üzerlerine basılmasın diye günah olduğunu bildiğim için. Çok şey istemiyordum bu hayattan hayat bana çok şey sunmadığı günlerde bile sadece iki yüz elli gram sevgi dileniyorum ama herkes sevgiye açken bir tek benim sevgi dilenmem tam anlamıyla manyaklıktı ve manyaklık konusunda kendimi hep diğer insanlardan üstün gördüm bunu da başarmıştım, başaracak başka kozum kalmamıştı artık Eminönü Kadıköy iskelesine gidip son kez cebimden bir sigara çıkartıp denize karşı yakmıştım inanıyordum artık inancım vardı ve buraları terk edecektim elimde sadece terk edilme eylemleri kalmışken sonunda ben kendimi terk ederek bu filmi inanılmaz şekilde sonlandıracaktım. Televizyon başındaki o insanların ağızları açık kalacak nefeslerini tutup filmi sonuna kadar izleyeceklerdi sonunda herkes ayağa kalkıp beni alkışlayacak günleri de hayal ediyordum. Yirmi altınca yaşıma sadece birkaç ay kaldı yaşayıp görebileceğim son günlerim ve gördüğüm onlarca şeylerden sonra sonlara doğru yaklaşmam. Tükenmek adına, tüketilmek adına, kırılmanın artık evresini geçme adına, parçalanmak adına, terk edilmek adına ne kadar ad varsa hepsine razıyım bundan sonra gelecek her acı acımın üstünde yeri var çekecek ve yaşayacak başka acım kalmadı çünkü. Filmin sonunda o kahraman ölmüyor aksine tecavüze uğruyor bu da kayıtlara geçsin.
Bölüm sonu…
4.09.2016
sonlara doğru
Umutlarımı kaybetmiştim,
hayal kırıklıklarımı, hepsi üst üste geliyor ve ben çukurun içinde çırpındıkça
daha çok batıyordum. Antalya’yı ne kadar çok sevdiğimi hep söylemişimdir bunu
bir kez daha söylemek zorundayım çünkü haksızlık etmek istemiyorum. Evet
nefesim kesiliyordu ve ben ölüyordum tutunacak bir dal arıyordum kıyısından da
olsa yakalamak istiyordum hepsi o kadar. Yazmak istedim çünkü yazdığım zaman
bunları okuyan insanlarında o çıkmaz sokakta kalan insanlarında bir umutları
olmasını istedim garip geliyor sizlere şuan her şey farkındayım sürekli
ölümden, intihardan söz eden bir insan umut falan ne alaka diyor olabilirsiniz
haklısınız. Düştüğüm bu çukurdan hızla kalkma kararı almamdaki en büyük etki
kim oldu neden oldu belki günü geldiğinde onları açıklarım ama şimdilik bende
kalsın. Artık bir hayalim var ve o hayalin peşinden koşmak zorundayım önüme ne
kadar zorluklar çıkarsa çıksın ve ne kadar engeller aşılmaz olursa olsun
hepsini aşmak ve başarmak istiyorum çünkü bu hayattan ne istediğimi artık biliyorum
çünkü yaşamak zorundayım bitmedi henüz çünkü. Evet bu uğurda daha çok
yorulacağımı, kalbimin kırılacağını, pes etme gibi şeylerle kalacağımı
biliyorum hepsine göğüs germem gerektiğini de biliyorum artık başarmak
zorundayım elimde başka hiçbir bok kalmadı çünkü. Neden böyle büyük karar aldım
diyecek olursanız bilmiyorum sanırım aklım başıma yeni geliyordur belki yada
yaşadığımı anladım, İstanbul beni o kadar çok yordu ki her gelişimde daha
diplerde yaşamak, beni öldürme kararları aldı, bunları yazarak değil anlatmaya
kalksam onu bile beceremem sanırım. Hayallerimin peşinden koşuyorum artık her
şeyi zamanı geldiğinde sizlere anlatacağım dolu dolu öyle tek bir yerden değil
belki bu kitap olur belki başka bir şey ama mutlaka bu yaşanmışlığın bir sonucu
olarak o umutlu sona yaklaştığımda sizlerde vay be ne final yaptı ama
diyeceksiniz, tekrardan diyorum, bu ölüm yada intihar olmayacak bu tam anlamıyla
mucize olacak. Bilmiyorum aranızda izleyenleriniz oldu mu Mahsun Kırmızıgül'ün ''Mucize'' filmini izlediniz mi bilmiyorum,. aynı durum şuan benim içinde geçerli
sakat bir adamın güzel bir kızla evliliği ve köydeki herkesin dalga geçmesi
filmin sonunda o köye yıllar sonra gelişi ve köy halkına özellikle annesini
yada babasına verdiği cevap benim çok hoşuma gider mesela ‘’Ben karıma aşık
oldum’’ benim umudum da bu artık, aşk değil bu, zaten onu yakalama konusunda tam
bir beceriksiz bir adamım benim için gelen mucize çok daha başka olacak. Seneye
bu zamanlar iki bin on yediyi eğer görürsek o zaman sizlere çok daha güzel anlatacağım
bunları tabi arada yine yazmaya devam edeceğim burada yaşadığım sıkıntıları
nasıl dibin içinde olduğumu ne kadar yorulduğumu ama son, o son var ya işte
asıl final o olacak benim için sevdiğim bir söz vardır ‘’bir mucize olsun’’ çok
severim bunu ben, çünkü gerçekten bir mucizeye ihtiyacım vardı artık o da oldu
diyebilirim. Bundan sonraki her şey için adımlarımı daha sert ve daha kararlı
atmak zorundayım kendimden biliyorum eğer o ipi yeniden bırakırsam bir daha
asla yakalayamam ve kaybettiğim zaman kendi çölümde kaybolurum. Bunlara ve daha
nice kötülerine tahammülüm yok başarmak adına daha ne kadar savaş vermem
gerekiyorsa daha ne kadar kalbimin kırılması gerekiyorsa hepsini göze alıyorum
diyorum ya sizlere elimde başka hiçbir bok kalmadı diye. Antalya’yı neden bu
kadar çok seviyorsun diyorlar bana, eğer evlenirsem ve bir kızım olursa adını
Antalya koymayı bile düşündüğüm oluyor ciddi ciddi böyle aptalca şeyleri
düşünüyorum. Evlilik konusu tabi benim için tam bir muamma konusu olsa da
düşünmüyorum dersem yalan söylemiş olurum o yüzden kıyıda köşede düşüncelerimin
arasında var yok değil her neyse evliği değil de şuan yakalamış olduğum mucizenin
peşinden koşmak zorundayım artık. Şimdilik yazacaklarım bu kadar ama sizlere o
mucizenin ne olduğunu çok uzak olmasa da yakın bir zamanda anlatacağım. Hadi
eyvallah…
bölüm sonu....
17.08.2016
5.08.2016
kum taneleri
Sizlere daha henüz bir
şey anlatmadım durun asıl bundan sonra başlıyor kalp kırıklıkları, hayallerin
yerle yeksan oluşu, umutların artık son evresi olduğu konulu olayların içine
henüz girmedik. Anlatmak istediğim o kadar çok konu var ki biri dokunsa artık
gözümden yaş akmayacak diye korkuyorum biliyorum çünkü gözümde yaş dahi
kalmadığını paramparça olduğumu ve daha fazla nefesimin kalmadığını, zaten
birkaç damla hevesim vardı o da artık yok oldu diyebilirim. Bir gün hayal
kırıklığımı üç gram kokain karşılığında satmayı düşünüyorum ciddi ciddi
bunlarda geçer dediğim ne varsa geçmediği gibi aynı durum şuan buhramlı dönemin
içinde olduğu gibi. Dayanma evresini geçeli uzun zaman oldu çünkü dayanacak
gücümün kalmadığını rüzgarlı havada uçup gideceğimi tamamen biliyorum, diyorum
ya dayanacak gücüm kalmadı diye. Aslında dayanacak gücüm değil de dayanacak
sabrım ve isteğim kalmadı bu dünyadan biran önce kurtulmak yok olmak. Sanki
beynimin içinde başka bir beyin var gibi bütün şeyleri o söylüyor bende sadece
uygulamak zorunda kalıyorum aynı durum mutsuzluğum içinde geçerli mutlu
olabilmek adına elimdeki bütün kozları kullandığım gibi. Oysa ben hayatımı
veresiye defterine yazıyordum bir gün öderim hesabı diye nasıl kırılacak bir
kalbim kalmadıysa yaralarımın da sahici olduğunu herkesin gözünün içine sokmayı
isterdim, yaram pek derindi ve sahiciydi asıl olan. Kalbimin kırılmasını
geçmiştim oysaki karşıma biri çıksa anlat dese dünyadan marsa kadar yol olacak
şekilde kalp kırıklığım vardı. Yüzlerinden düşen maskeleri sessizce yere
koymalarını istemiştim insanlardan başaramamıştım her zamanki gibi. Sevdiğim
insanlar tarafından terk edilmek adetim olmuştu artık, biri terk etse diğeri
canımı acıtıyordu.
Kum tanesi gibiydi
aslında hayatım sürekli bilmediğim bir yerlere akıyor ve bilmediğim başka
yerlerde ölü bedenler doğuruyordum. Kısa ipi boğazıma geçireli o kadar uzun
zaman olmuştu ki kendi boğazıma ölümü dayadığım bile aklıma sonradan geliyordu.
Evet melankoli değildi bu sadece gerçek bir hayatın gerçek yaşanmışlığı anlatılıyordu
uzun soluklu bir tür dram tarzında çekilmişti doksan iki dakika boyunca
izlemeye gelen seyirciler ağlayacak ve hayatlarına bir kez daha küfür
edeceklerdi bir tür hayatın yarım kalmışlığı yada sizler ne derseniz deyin
bunlara. Kurtulamıyordum, saplanmıştım bir kere girdiğim çukurda çırpındıkça
daha çok dip görüyordum hayaller aleminden uyanalı o kadar uzun zaman olmuştu
ki yine de her ne olursa olsun başka bir hayale dalmak için canla başla
avutuyordum kendimi o kadar çok yara biriktirmiştim ki etrafımdaki yaralı
insanları bile göremez olmuştum artık, doğruydu bütün bunlar, sürekli
akıyordum, bir yerlerden kendi içime dahi aktığım olmuştu kurtulmak değil de
daha çok acı çekmek gibiydi bütün bunlar sanki çektiğim acılar artık sarsmıyor
başka acınız var mı acaba diyordum, dilencilik konusunda dilendiricileri bile
kıskandırır olmuştum, onların tek farkı kalplerinin ve karınlarının aç
olmasıydı benim onlardan başka özelliğim vardı benim bütün organlarım acıyordu
artık kalbimi bilmediğim bir sokakta unutalı yıllar olmuştu öldü haberini bile
gazetenin birinde üçüncü sayfasında yazılıydı az birazda bunun için kalbim
kırılmadı değil hani. Neyse pekte önemli değildi artık. Kurtulmak bir yana
yazmak biraz olsun rahatlatıyor sadece biraz olsun nefes almama yardımcı oluyordu.
Sizlere hiç annemi
anlatmadım ne garip, gerçi bende kendisini çok fazla tanıma fırsatım olmadı
babamdan hemen sonra o da terk etme kararı aldı bana bakamayacağını anladığı
gün kendi annesine bırakarak terk etmişti beni. Terk edilme konusunda yazılı
bir sınav düzenlense geçerim gözüyle bakıyordum artık, çünkü ciddi ciddi kimi
sevmeye kalksam mutlaka içimde mayın tarlasına dönüşüyorlardı. Sevdiğim
kadınlarda daha çok sevgi yerine biraz olsun anne özlemi arıyordum anneleri hep
kadınlardan seçmeleri o yüzden çok ilgincime gider mesela. İnsanların uzaktan
görmeleri canımı acıtıyordu en fazla, ben burada nefes alamadığım günlerde
onların nefes aldığımı sanmaları üzüyordu. Müzik arşivimde bulduğum müziği
dinlemek kahvemi yapıp bunları yazmak dünyada ne kadar dil varsa hepsini aynı
anda sadece birkaç ayda öğrenme görevi verilmek kadar zordu. Evet yazarken bile
kanıyordum ama öyle böyle değil bir insanın bütün hücreleri kanar mı? İşte
benim bütün hücrelerim kanıyordu, artık kanayacak başka yerim kalmamış gibiydi
sanki, beni biraz olsun nefes almama yardımcı olan yazmaktı o da bütün
hücrelerimi kanatıyordu hepsi o kadar. Ölü bedenler doğurmak ve ölmeye bir
uçakla yarışır gibi devam etmek kanamaya ve kandırılma konusunda sanırım benden
başka kimse yok diye düşündüğüm zamanlarım fazlasıyla olmuştu diyebilirim.
Yaralarımı kime
göstermeye kalksam biraz da bundan korkuyordum terk edecek diye, çünkü kimse
istemiyordu yaralı bir adamla birlikte olmayı yaralanmış bir adamla bir ömür
geçirmeyi çünkü onlarda biliyordu gün gelecek o yaralardan bende alacağım
gözüyle bakılıyordu. Diyorum ya yaralanmış bir adamı yaralamak kadar dünyada
kötü olan başka bir şey yoktur sanırım. Kendime bu yüzden iyi bakmayı
geçmiştim. Sevdiğim kadınlarda sağ olsun biraz biraz yaraladılar hangisinde
daha çok yara aldım diyecek olursam hepsinde diyebilirdim çünkü hepsi de
kırmıştı beni. Tek taraflı değildi bütün bunlar elbette bende kırmıştım ama
hiçbir zaman beni kıranı kırmak için asla uğraşmadım kırıldıktan sonra kozumu
oynuyordum bende son vuruşumu yaptıktan sonra sahneyi terk ediyordum o sahnede
yine de hep ben kalıyordum terk etmeyi bu yüzden hayatım boyunca hiç sevmedim
çünkü terk edilmek kadar acı veren başka bir eylem yoktu sanırım. Aralarında sebepsiz
yere kırdığım sanırım tek özlem olmuştu o da sağ olsun mutluluğu başka birinde
bulduğunu söylediği gün bir kez daha bir şeyi başarmıştım sonuçta birini mutlu
etmiştim yada etmeyi başarmıştım kendi adıma benimle mutsuz olacağına başka
biriyle mutluydu artık ve başka biri tarafından sevginin nasıl olduğunu
biliyordu artık. Benim sevgim kendime dahi yetmezken başka birine nasıl sevgi
bağışlarım diye düşüncelerim olmuştu sonra bu düşüncelerin boş olduğunu
anlamıştım doğruydu bütün bunlar ben sevgiye muhtaç bir köpek gibi sokaklarda
geziyordum. Hayatımın her evresinde kalp kırıklıkları vardı bunlarla başa
çıkmak yoruyorken birini hayatımın merkezi yapmak korkutuyordu beni. Kendi
gölgemi bile bu yüzden kayıp eşya bürosuna bırakmışlığım olmuştu biri çıkıp yanlışlıkla
da olsa dahi alır umuduyla bakıyordum. Umudumu o geminin içine atalı o kadar
uzun zaman olmuştu ki beklediğim limanda birinin veya birilerinin gelmesi beni
alıp gitmesi ciddi ciddi kendimi kandırmaktan başka bir boka yaramıyordu.
Bitmedi henüz daha yeni
başlıyoruz yazımın başında dediğim gibi kalp kırıklıklarımı daha yeni
anlatıyorum diye. Beni korkutan biraz da bu eylülün gelmesi neyse ki bu ayın
sonunda 27 ağustos cumartesi günü antalya’ya kesin kesin gitme gözüyle
bakıyorum artık biletimi henüz almamış olsam da ayırttım tekli otuz numara en
arka koltuk, otobüsleri ayrı severim ben aslında bekleyenleri, gidenleri, terk
edilenleri, hüzünleri, hayal kırıklıkları hep bekleyen birileri vardır bir
peronda oturmuş sigarası elinde beklerler mutlaka birini gelecek yada gidecek
gözüyle bakarlar o peronlara benim hayatımda 33. Perondur aslında, bu güne
kadar sayısız kere binmişimdir otobüse ve hep ne şanstır ki 33. Peron gelir
bana, otobüsü beklerken ve bende o 33. Peronda kaybederim hep ama hep. Gitme
arzum niye bu kadar çok var demeyin dedim ya sizlere yaralarımı göstersem
yeryüzünden başlayıp marsa gidecek kadar hayal kırıklıklarım var benim. Bütün
mesele kalbimin kırık olmasından mı kaynaklanıyor yoksa başka bir şeyden mi
kaynaklanıyor bilemiyorum açıkçası. Bildiğim tek konu yazdığım gibi sevdiğim
bütün kadınlarda biraz olsun sevgilerini bağışlaması bütün mesele belki de bu
olabilir. Haklı olmak yada olmamak değil acıyı paylaşmak ve o acıdan mutluluk
yaratmak o mutluluktan bir dünya inşa edip orada yaşamak. Terk edilme korkusu
biraz da bundan olsa gerek yalnızlıktan korktuğum için sanırım aynı karanlıktan
korktuğum gibi karanlıktan nefret ettiğim gibi.
Bitti ama bitmedi…
16.06.2016
Zehirin İntikamı
Zehirdim ben, kendi kanıma karışmış kendi vücudumu zehirleyen biriydim ben. Hata üstüne hata yapmak, sonra başka hatalara yol vermek, üstüne basa basa yanlış yolda ilerlemek. Kendi hayatımı nasıl oluyordu da bu kadar çıkmaz sokakların içerisine sürüklüyordum diye düşündüğüm zamanlarım fazlaca olmuştu, hayata karşı zamanım çok fazla vardı. Tanrıdan ödünç olarak aldığım zamanı hep kendi hayatımı nasıl daha boka batırabilirim diye kullanıyordum çünkü. Belki de son maddeyle bu yüzden tanıştım. Yalnızlıktan kurtulabilmek için bir arkadaşa ihtiyacım olduğu zamanlarda elimden tutmuştu ağzımı dahi açamamıştım karşısında etkilenmemek elde dahi değildi çünkü, başarmıştım, ilk kez hayatımda bir üst seviyeye çıkmıştım. Eksiliyordum hep; kendime karşı, karşımdaki insanlara karşı, hayata karşı, inandığım değerlere karşı hep eksiliyordum. Bir gün eksilmekten o kadar çok sıkılmıştım ki eksilmeyi bir kenara bırakıp tamamen yok olmayı seçmiştim. Fazlaca yaşamıştım çünkü, hayatın her türlü oyunuyla oynamış biri olarak başka oyun arayışına girmektense biran önce terk etmem gerektiğini düşündüm. Yeni evrede kendimden geçmeye çoktan karar vermiştim, artık yaşamamam gerektiğini biliyordum, çünkü zehirdim kendimi zehirleyerek başka insanlara da zehrimi bulaştırmak beni fazlaca üzüyordu. Üzülmemek adına uyuşturucu ile tanıştığımda hayatımın son evresinden vazgeçtiğimi çoktan anlamıştım. İş işten bu sefer geçmeden bir şeyleri başarmalıydım, sonuçta o kadar yaşamış biri olarak benden bir şeylerin kalmasını fazlaca istiyordum yeryüzünde. Yirmi beş yıldır kendi cenazesinde yas tutan biri olarak bazı şeyleri değiştirmenin vaktinin gelip geçtiğini görebiliyordum artık. Beynimi jiletle doğrayıp, sol bacağıma attığım bıçak iziyle bunu kanıtlarcasına hayatın ne kadar da çekilmez bir yer olduğunu gösteriyordum. Sırf bu psikoloji için ödül verilmeye kalksa bütün rakiplerimi geride bırakır herkesin amına bile koyabilirdim. Beynimin buna müsaade ettiğini biliyordum çünkü. Kendime iyi bakamayacak kadar yorgun düşmüştüm artık, tamamıyla sanki bitirmiş ama yine de kötüde olsa bir umut dileniyordum. Zaten hep bu umut yüzünden kaybediyordum, kazanmayı kumar masasında bırakmıştım çünkü, aynı babamın beni kumar masasında blöf olarak kullanması gibi bende bütün kazancımı kumar masasında bırakarak terk etmiştim bazı şeyleri. Kazanmak bana göre değildi zaten bir şeyleri kazanmaya kalksam mutlaka sonunda kötü bir şey oluyor ve bütün kazandıklarım birer domino taşı gibi devriliyordu. İçtiğim sigara yada aldığım alkol bile tat vermiyordu artık. Bundan yıllar önce yatış emrini verdiği doktoru dinleseydim belki de o zaman vazgeçebilirdim hayatımdan ama hep bir şeye inandım bende, görecek ve yaşayacak çok şeyim var diyerek hep geçiştirdim. Aynı kendi hayatıma yaptığım gibi. Bir şeyleri elime yüzüme bulaştırmadan rahat edemiyordum sanki, aşık olmayı bile beceremiyordum bir kadını sevmeye kalksam mutlaka birbirlerinin kalbini kıran iki hayvana dönüştürüyordum, ne kadar acımasız o kadar çok kalp kırıklığı ile kalakalıyordum. Bir sokak başında bazen kendimi bıçaklamak istiyordum. Esrarengiz bir şekilde hep aynı yere çıkıyordum sanki beni kendine çeken bir tür tılsımı vardı galata’nın. O da aynı benim gibi acıları vardı zaten acıları olan bütün insanlar gece yarısı mutlaka oraya gelirdi. Kendimi terk ettiğimde henüz çok küçüktüm oturup ağlamaya başladığımda büyümeye karar vermiştim. Büyüdükçe hayatımın içinden milyarlarca acı geçiyordu birini tutmaya karar verdiğimde ne kadar yanlış yaptığımı çok geçte olsa anlamıştım, içimden gecen acı bütün organlarımı parçalıyor geriye kalanlarla da karşı kaldırıma geçerek dalga geçiyordu. Bu yüzden yalnızlıktan kurtulup uyuşturucu ile tanışmıştım, çünkü kendi elimi bırakalı çok uzun zaman olmuştu. Bağırıyordum birilerine ben buradayım diye resmen haykırıyordum ama onların beni görecek zamanları olmadığı için hayatıma uyuşturucu almaya karar vermiştim. Bir gece yarısı aldığım maddeler beni harikalar diyarına götürerek orada uçtuğumu yada meleklerle takıldığımı değil de kilisede şizofren papazı öldürdüğümü görüyordum. Hayaller alemin içinde dahi kendimi mutlu hissedemiyordum mutlaka kötü giden bir şeyler olmak zorundaydı. Bu yüzden beni tanıyan insanlarda mutsuzluğa kapılıp peşimden sürükleniyordu. Beceremiyordum kendime iyi bakmayı bile beceremiyordum. Kötü giden hayatım değildi onu kötü gitmesi konusunda zorlayan bir takım kişiler vardı sanki. Bu yüzden genelkurmay başkanlığına mektup yazıp orada bulunan emekli albaya hayatımı anlatmaya karar vermiştim sağ olsun onlarda beni dinleyip elime yirmi beş yıl mutsuzluk tutuşturarak geri göndermeyi uygun görmüşlerdi. Uygun görülmek istemiyordum ben, biran önce hayata çelme takıp kahkaha atmak istiyordum bana karşı defalarca çelme takmasına rağmen bir kez olsun ben çelmeyi takıp yüzüstü düşürmek istiyordum. Evet başaramayacaktım, çünkü başarısızlıkla dolu bir hayatın içinde büyümüştüm ben. Büyük ikramiye vursa kazandığım kuponu kaybeder o ikramiyeye asla kavuşamazdım. Bitmemek üzerine son evreleri oynamaya karar verdiğimde kendimi kandırdığımın bilincinin içindeydim. Kötü olan aslında içimizdeki düşler mi yoksa hayatımız mı bilmiyordum. Tek isteğim hayata bu kez son kozumu kullanıp siktir çekmek.
Kim bilir belki de bahar
yaklaştığı için bu durumlar söz konusu oluyor. Bilmiyorum ama ilk kez bu kadar
erken buhramlı dönemin içine giriyorum. Bahar benim hayatımda sevmediğim
mevsimlerden biri eylül ayı ise en nefret ettiğim aylardan biri. Yıllardır hep
ertelediğim dönemeçlerden döndüğüm ve sürekli sanki kötüye gidecek korkusuyla
yaşadığım,. Evet artık kararım kesin Antalya oraya yerleşip son nefesimi orada
vermek yakın bir zaman içerisinde bavulumu alıp oraya yerleşme fikri yine
ortaya atıyorum belki bu sefer korkularımın üzerine gidip artık tamam diyerek
oraya yerleşirim. Bir güzel haber daha sürekli ertelediğim kitap, hayatımı
anlattığım deneme-yanılma, yanılma-deneme tarzında edebiyat kitabı. Tamamıyla
kendi hayatımı nasıl boka sardığımı anlattığım kitap yaklaşık olarak otuz tane
öyküler tarzında yazılmış bir tür bir şey işte yakındır o da antalya’ya
yerleştikten sonra bir yayın evine bastırmak, aslında kitabın bu kadar çok geç
çıkmasının tek nedeni yayınevleri, tek sorumlusu onlar, okuyup bu kadar
psikolojiyi insanların kaldıramayacağını intiharların artacağından korktukları
için basamadıklarını söylüyorlar. Neyse kitap konusunu uzun uzun bir ara
anlatmak yerine çıktığında görürüz çokta uzak olmayan pek yakında. Antalya
konusu ise şuan yaşadığım şehir istanbul’da bana yetecek kadar madde aldıktan
sonra kaçmak. Bildiğin hayata çelme takıp tekrardan başka şehirde yaşamak.
Zaten çokta uzun bir hayatımın kalmadığını düşünüyorum. Yakındır uzak olmayan
zamanda.
Sevdiğim bir şiirle bitirmek isterim.
‘’Sevgilim onlara aldırma sen yalnızca kanatlarım ol benim’’.
Bölüm Sonu....
21.04.2016
Büyük Hayal Kırıklığı
Acı çekene saygı duymak lazım, çok uzun zaman olmuştu buralarda
yoktum tamamıyla bitmişti benim için yada ben öyle düşünüyordum yanıldığımı
anladığım zaman yine iş işten çoktan geçmişti bu sefer yüreğimle birlikte kalan
organlarımda terk ettiler beni. Acı çekene saygı duymak lazım çünkü gerçekten
açının nasıl bir şey olduğunu bir tek o kişi tarif edebilir. Kendimi kendi
hayatımı nasıl bir bozuk plak gibi başa sardığımı yüzbinlerce kez anlatıp
durmuşumdur. Terk edilme duygusu yada terk edilme fobisi, karanlıkta kalma
fobisi, kalp kırıklığı fobisi gibi ne kadar üstüme yakışan olaylar varsa
hepsiyle akraba oldum diyebilirim. Aslında olayların en büyüğü halamların
evinde kaldığım zamanlarda çatlak vermeye başlamıştı çünkü o evde çamaşır
sepetinin bile benden daha fazla kıymetli olmasıydı kendimi o çamaşır sepetinin
bile bir kulpu hissini yakalayamamış olmamdı. Defalarca sordum kendime bunu
yada milyon kere tekrar edip durdum. Daha ne kadar acı çekebilirdim. Bu kısa
zamanda yaşadığım kısacık zamanda yakalamam gereken ne varsa hepsini yakaladım.
İlk önce kafayı kırdım yani delirdiğim zamanlarda oldu sonra delirmenin hiçbir
anlam ifade etmediğini doktora gittiğim zaman anladım daha sözlerimin
başlarında sesimi kesip yatış emrini verdikten sonra anlamıştım bunu bir şeyleri
başarmıştım kendi deyimimle sonra doktoru kandırıp oradan kaçarken bile ne
kadar da yalnız olduğumu anladım. Şuan bile içtiğim çayın tadı bir başka
geliyor. Yazmaya başlamadan önce ilk düşündüğüm şey nasıl bir cümle kurmam
gerektiğini öğrendim, bunu bile öğrenemediğim zamanlar oldu laf kalabalığı yani
nasıl yapabilirim diye bunları düşünüp durdum. Zamanla zamanın hızla akıp
gittiği günlerde artık daha fazla dayanamadığımı anladım yeni bir eve taşınmaya
karar verdim bu kez uzaklaşmayı başarmıştım bu seferde normal giden bir şey
yoktu hayatımda normal gitmesi içinde beyaz ile tanışmaya karar verdim huzur
arıyordum çünkü huzuru bulmak yakalamak istiyordum kendimle olan bitmek
bilmeyen savaşın bir sonucuna yaklaşmak istiyordum. Yıllar önce bunu bir hayat
kadınına anlatmaya karar verdim cebimde sadece üçyüz türk lirası vardı kabul
etmişti kadın, evine gidip parayı verdikten sonra saatlerce o kadına hayatımın
en ücra köşesinde patlayan bombaları bile anlatmıştım sıkılmamıştı sağ olsun
sıkılmamanın nasıl bir alamet olduğunu beni dinlerken öğrendim o hayat
kadınından güneş evin içine vurduğu zaman kalkmam gerektiğini yavaş yavaş
öğrenmiştim. Konuşmam bitmişti çünkü saatlerce konuşup durmuştum tek bir sözümü
bile kesmeye gerek görmemişti sanırım o kadın yada onunda benden kalır aşağısı
yoktu hayat hikayesi konusunda sabah o evden çıkarken yanağımı öpüp hoşça kal
demişti ne zaman konuşmak istersen yanıma gel dediğini biliyordum tabi verdiğim
parayı da tekrardan bana vermişti kabul etmemişti. Normal giden hiçbir şey
yoktu hayatımda sanki her şey anormalmiş gibiydi kısa çöpü ben çekmiştim yaşamam
gereken çok şey vardı bende yaşamaya devam ediyordum bitmek bilmeyen öfke ile
yaşamaya aynı hızda devam ediyordum bir futbol maçında doksan dakika boyunca
koşmama rağmen yaptığım tek faul yüzünden maçı kaybetmiştim sırf yalnızlığımı
bitirmek adına albay amca ile tanışmaya karar vermiştim yeni taşındığım evimde
onunla konuşuyordum yada ben öyle sanıyordum bazı şeyleri geç anlıyordum kendi
hayatıma geç gelmem gibi. Bitmedi daha henüz yeni başladı ikinci İbrahim dönemi
başlamıştı artık hayatımda, bu sefer hayatımda yeni yeni şeylerle tanışıyordum
hüzünlü ve bir o kadar umutsuzluk dönemi gibiydi. Tanımadığım bir insan
tarafından yıllarca aranılıp durmuştum kendi kanımdan biri tarafından bulunmuştum
kardeşim olduğunu iddia edilen biri vardı hayatımda, kız kardeşim. Roman yada
senaryoya örnek olunacak bir şeydi bu, sanki benim senaryomu başka biri
yazıyordu ve bende o senaryoda başrol oyuncusu gibi kusursuz şekilde oynamaya
devam ediyordum. Konusu polisiye, absürt komedi, dram tarzında bir tür diziydi
belki de birkaç sezon boyunca devam edecek bir dizinin başrol oyunculuğunu
almış olmam kendimi göstermek amaçlı çok iyi işlere imza atacağım anlamına
geliyordu bilinmeyenler denkleminin içine düşmüştüm artık bilinmezlik içinde
çırpındıkça daha çok dibe batıyordum, en dibi artık tamamıyla görmüştüm ve
başka dip olmadığına dair bir takım sözleşme dahi imzaladığım olmuştu. Ben
buydum acı çekene saygı duyulacak insanlardan biriydim. Karşı kaldırımda gelen
insanları ne kadar izlemeye devam ettiysem de hiçbir anlam ifade etmiyordu.
Neyse uzun zamandır
yoktum buralarda kendimi dinlemek amaçlı uzaklaşmayı seçmiştim tabi düzelir
umuduyla ayrıldım ama olmadı yine elimde patladı ağır tahrip sonucu yaralandım
hepsi o kadar. Devam ediyorum hala evin içinde yalnızlığıma ortak olacak beyaz
ile tanışmaya karar verdim. Bazen çok fazla uykusuz bırakıyor, bazen ölüm gibi
şeylerden söz açıyoruz hep o dinliyor beni kendi hayatını anlatamayacak kadar
susuyor. İkinci İbrahim dönemi sessiz ve bir o kadar sakin hayatına devam
ediyor. Huzursuz, mutsuz, kalp kırıklığı almış şekilde devam ediyor artık.
Yara alıyoruz bazı
zamanlar sonra o yaraları gösterecek şekilde yara bandı ile kapatıyoruz o yara
kabuk bağlamadan başka biri tarafından kanatılıyor tekrardan. Bir ses, bir
dokunuş, bir nefes bile yetiyor bazen bazı şeylerin üstesinden gelebilmek için
sonra o ses, o nefes, o dokunuş bile bize düşman oluyor karşı karşıya kalmış
iki düşman, birbirlerini tanıyan milyonlarca insan ve birbirlerine karşı düşman
olmuş milyarlarca insan biriktiriyoruz hayatımızda. Düşüncelere dalıyoruz o
düşte yere nasıl çakıldığımızı kendi gözlerimizle şahit oluyoruz sanki
verilecek başka sınav kalmamış gibi bir sonraki evreye geçmek için hızlı
adımlarla karşıya geçmeye çalışıyoruz. Karşı kaldırımda bizleri bekleyen başka
kalp kırıklıkları. Beynim acıyor artık benim beynimi bazen bir papaza emanet
etmek istiyorum. Bir orman kenarında kendi cesedimi taşımaya karar verdiğimde
ruhumu emanet dolabına kapatıp oradan hızlıca uzaklaşmaya karar veriyorum.
Beynimi ve ruhumu kaybetmiştim çünkü son onlar kalmıştı son evrede kaybedilecek
ne varsa hepsini kaybetmeyi başarmıştım. Kumar masasında artık kazanacağım
hiçbir şeyim kalmadığını anlamıştım. Ruhumdan vazgeçtim, aşık olmaktan vazgeçtim, geçebileceğim ne varsa hepsinden vazgeçmeye karar verdim. Son olarak
beynim kalmıştı onu da kimsesizler mezarlığına defnedip hızlıca ben terk ettim.
Artık ikinci İbrahim dönenimi başlamıştı hayatımda ilkine göre daha büyük
olayların içine giriyor daha çok dram tarzında ocsarlık performans
sergiliyordu. Hayatımda tanımadığım ve görmediğim bir kız kardeşe sahip oldum
önce, çok geçmeden hemen ardından uyuşturucu ile tanıştım, kafayı kırdığım an
yani delirdiğim an ise beş dakika sonra başladı bunları yazarken değil. Bunları
on dokuz Nisan saat yirmi iki otuzda yazıyorum. İnternetim olmadığı içinde blog
sayfasına sonradan koymayı planlıyorum.
Bitmedi henüz daha yeni
başlıyoruz…
Müzik yok istediğini dinle...
10.01.2016
Son Yazı
Doldum ve taştım. Merhabalar, Nasılsınız, Umarım iyisinizdir. Ben iyi olamayacak kadar kötüyüm artık. Son kez yazmak istedim ve son kez doya doya kusmak istedim. Sanırım artık bitti gerçek anlamda bitirmeye karar verdim. Çünkü ne bu dünyada, ne bu ülkede, ne insanlardan bir sikim olamayacak kadar her şey ama her şey kötüye gidiyor. Ben yenildiğimi, yenilgimi kabul ediyorum çünkü tamamıyla bitirdiler beni. Öncelikle sosyal medya hesaplarını bir bir kapatmayı ardından burayı böyle bırakmak istiyorum biliyorum okuyan çok sayıda insan var biraz olsun bir insanın nasıl yenildiğini anlarlar belki. Facebook, Twitter yada blog gibi sayfaları açma niyetim zaman harcamaktı sadece ve daha diğer sayfalar gibi her birinde çok sayıda arkadaş edindim ve çok sayıda insan tanıdım ama iyi, ama kötü ve her insanın maskesi olduğuna dair şahit oldum. Çok insan tanıdım bu sosyal medyada gerçek anlamda ve bazı insanlardan akıl dahi aldıklarım hatta oturup kahve, çay, sigara içmişliğim dahi vardır kimileriyle. Bazıları yara açtı, bazıları sattı, bazıları arkamdan olur olmadık konuşanlarda oldu. Hiç gocunmadım arkamdan konuşan insanlar hakkında, gocunmuyorum da egomu tatmin etmek amaçlı değil bu eğer bir insanın arkasından konuşacak kadar ikiyüzlü biriysen demek ki o insanı kıskanıyorsun anlamına gelir bu. Yani ben öyle biliyorum yada öyle şeyler geçiriyorum aklımdan her neyse bu konuda açıkçası sikimde bile değil yani. Sosyal medyaları kapatmaktaki amacım artık çekilmiyor onu anladım o yüzden tamamıyla bitiriyorum yani. Bu sayfa yani blog sayfası benim günlüğüm olduğunu belkide defalarca söylemişimdir yine tekrar ediyorum bu sayfa ''şizofren bir hastanın günlüğü ve tamamıyla gerçektir'' Kusmayı en iyi bu sayfada öğrendim diyebilirim. Çünkü yalnızlığım bir tek burada son buluyordu ve ben o kadar çok yalnız kalmıştım ki daha fazla yalnız kalmamak adına belkide bu sayfayı açtım kim bilir. Dediğim gibi sosyal medyada çok insan tanıdım sadece bir kaç kişi hariç ki onlara gerçek anlamda çok kırıldım onlarında canları sağ olsun diyebilirim. Sırf onlar içinde değil kapatmak amacım gerçek anlamda artık sıkıldığımı ve yorulduğumu biliyorum. Her neyse ama herkesin canı sağ olsun bu konuda konuyu çok fazla uzatmanın alemi yok açıkçası.
Defalarca dile getirmişimdir belkide yalnız olduğumu. Aslında yalnızlığın tarifini yap deseler bana gerçekten yapamam sanırım. Yada ne bileyim yalnızlık bana göre doğmayan güneştir, kaybedilen umuttur, fonda çalan hüzünlü bir müziktir bana göre yalnızlık yada okuduğun bir kitabın hiç bitmesini istemezsin ya ama her okuduğunda son sayfalara yaklaşırsın bittiği zaman tekrar okumak istersin ama sonraki sayfayı ezberlediğin için bir türlü o ilk okumadaki duyguyu yakalayamazsın ve kendine kızarsın bu kez, işte o kendine duyduğun sinir duygusudur yalnızlık bana göre. Tarifi olmayan bir tür yemek gibi sadece ezbere bilirsin hepsi o kadar. Kendimi yazma konusunda hiç iyi olarak görmedim ve görmüyorum da, yazıyorum başımdan geçen hayat hikayesini ve yaşadıklarımı birde yaşadıklarımı yazamamak çok koyuyor bana bir türlü yazamayışım koyuyor. Onları yazmak isterdim ama artık onlarda bitti sanırım. Evet bilgeye aç bir köpek gibiyim. Eğitimim olsa kim bilir belkide çok güzel projeler çıkarabilirim yada çok güzel işler yapabilirim ama artık ondanda geçtim diyebilirim sizlere, benim öğrendiğim şeyler yeter bana bu kadar, daha fazla öğrenmek istiyor musun diye sormayın, istemiyorum açıkçası. Her ağaç bir yaprağını döker sokağa, sanki benim organlarım belli yerlerde ve beni bekliyorlar artık. Yaklaşık 1 aydır sanırım elime doğru dürüst bir kitap alıp okumadım bile gerçek anlamda... Oğuz Atay - Korkuyu Beklerken kitabını bir türlü bitiremedim bu yüzden utanıyorum Oğuz Atay'ı kandırdığım için kendimden nefret bile ettiğim oluyor. Her insanın yerine yeni biri dolduruyor kimi iyi, kimi çok iyi. Ben karşı kaldırımda sadece izliyorum yani elli bir ekranlı televizyonda film izler gibi. Elimdeki bütün kozları kullandım çünkü başka kozum başka kartım kalmadı artık.
Bu sevimsiz kişi benim küçüklüğüm, yirmibeş yıllık hayatımda çocukluğum ve bebekliğime ait tek fotoğrafım bu, elimde başka fotoğraf yok maalesef olmasını gerçekten çok isterdim bir kaç fotoğrafım dahi olsa. Hayallerim vardı benim çok güzel hayallerim vardı ama her birini, hepsini bir kutunun içinde yaktılar zoruma giden en çok hayallerimin yandığı değildi sanırım, benim kalbimi acıtan hepsinin eriyip gitmesi oldu. Yıllar geçti ama benim bu geçer dediğim hiçbir şey geçmedi, kandırıldığımı anladığım gün iş işten çoktan geçmesi olmuştu. O kadar çok bekledim ki birinin beni bu dipsiz kuyudan kurtarmasını hatta bi ara her geleni kurtarıcı olarak gördüğüm bile oldu kimi zaman. Bi şarkının sözlerinde yada okuduğum bir yazıda ''Tüm gösterişli kurtarıcılar sadece zaman kaybı'' diyordu sanırım gerçekten öyleydi ben sadece her seferinde kendimi kandırıyordum ve kanmaya devam ediyordum. Kandırılmak kadar bu dünyada yada kanmak kadar kötü etkisi olan bir şey yoktur sanırım. Bazen cümlelerimin sonunu bile getiremediğim oldu. Bazen artık tamamen bittiğim dediğim günler oldu sonra aklıma ''Her umutsuz insanın bile mutlaka ama mutlaka bir umudu vardır'' sözleri aklıma geldi. Sonra o dipsiz kuyuda yaşadığımı fark ettiğim gün yanıldığımı anladım. Yanılmıştım çünkü, ben bu dünyaya yanlış gelmiştim ve yanlış zamanda baba spermlerinden anne rahmine karışmıştım. Tükenmeye devam ettikçe başka tükenmişlik yol gösterdi bana...
Sonra Ölüm gibi şeyler ortaya attım. Denedim yani intihar konusunu kendime o kadar çok yakıştırdım ki üzerime takım elbise gibi oturuyordu. Her seferinde yanlış olduğu ile alakalı değilde ölemediği mi yada ölmediğimi fark ettim. Sanki alaaddinin sihirli lambasını bulmuştum gerçi hoş onu bulsam bile son dileğimi pamuk şeker yemek istiyorum olur. Mektuplar yazdım sonra onları ısınmak için yaktım. Yüreğim üşüyordu ama en çok kalbim üşüyordu. Kaybetmeyi öğrendim sonra yeniden kazanmayı ve kazandığım her parçayı yeni yerine koymayı. Yoktum ben ve hiç olmadım. Dedim ya yazar biri değilim ben ama biri alsa eğitse benden belkide çok iyi şeyler çıkar kim bilir bu konuda kendime çok güveniyorum sanırım yada okuduğum kitaplara güvendiğim içindir. bir duygudur kim bilir. Ben ne zaman biraz hüzünlenmek istesem ''Canım Kardeşim'' adlı filmi izlerim. Çünkü orada kendimi görürüm. Çünkü orada çok güzel bir söz geçer ''Ben öldüğümde misketlerimi sen alırsın'' Bu biraz sanırım yaşla ilgili yada geçmeyen acılarla ilgili sanırım. Evet 6 ocak doğduğum gün isyan değilde bu bazen hiç dünyaya gelmek istemediğim günler aklıma geliyor. Çünkü bu kadar kirlenmiş bir dünyada yaşamaya çalışmak kadar yorucu daha başka bir şey yok.
Neyse artık bundan sonra ben yokum. Bitti çünkü, sosyal medya hesaplarını kullanmak gibi bir amacım falanda olmayacak. Sanırım artık bundan sonra yazıda olmayacak. Tamamıyla kaybettim çünkü.
Ahmet Erhan'ın dediği gibi;
''Ben bütün yenilgileri yaşadım kalmadı sana hiçbir şey...
Hoşça kalın...
Bölüm Sonu...
2.01.2016
Pamuk Şeker
Keşke bazen Oğuz Atay benim ağabeyim olsaydı diyorum. Çok geç oldu aslında, çok geç tanıdım Oğuz Atay'ı ama çok sevdim. Eskiden Cemal Süreyya mesela babam olmasını isterdim, Edip Cansever gibi bir arkadaşım, Nazım Hikmet gibi bir amcam, Turgut Uyar gibi bir dayım, Ece Ayhan gibi bir sırdaşım, Orhan Veli gibi bir öğretmenim, dört bir yanımda şairlerin olduğu bir dünya hayal ederdim. Yalnız kalmıştım. Soğuk havanın şartlarına daha fazla dayanamamış bir kuş gibiydim yinede sıcak bir el arıyordum kötüde olsa. Çocukken çok fazla hayal kurardım bazen hayaller aleminde yaşıyor sanırdım kendimi çünkü kendimi çok fazla aşmıştım hayal kurma açısından. Büyümeye başladıkça gerçekleri öğrendikçe hayal kırıklıklarım birer cam parçası gibi yüreğime oturdu. Bulutların üzerinde duramadığımızı öğrendiğim gün gökyüzüne küsmüştüm, garip gelmişti çünkü bana, nasıl oluyordu da o bulutların üzerine oturamıyordum ben hiç anlam verememiştim o yüzden küsmüştüm gökyüzüne sırf bana yalan söyledi diye, yada kendime yalan söyledim diye aramı açmıştım gökyüzüyle. Konuşmuyordum artık gökyüzüyle, bir gece yarısı evimizin camından dışarıya bakarken gökyüzü benimle konuştu o günden sonra gökyüzü ile aramdaki küskünlüğü kaldırdım. Sonra mahallemize uğrayan pamuk şekerci bi amca vardı, benim param hiç olmadığı için o pamuk şekerden hiç alamıyordum alan çocukları da öylece izliyordum sadece, bildiğim tek şey pamuk şekerin pamuktan yapıldığını biliyordum öyle demişti bana çünkü babam. Bir gün almanya'dan akrabalarımız geldi bize, tabi hediyeler falanda yanında geldi, hayatımda ilk kez üç tekerlekli motosikletim olmuştu garip bir şeydi ama çok sevdiğim bir oyuncak olmuştu benim için, böyle sadece bir kaç saat oturup gitmişlerdi giderlerken de cebime para koymuşlardı bakkaldan bir şey almam konusunda başımı okşayıp gitmişlerdi hayatımda ilk kez duyduğum almanyayı çok sevmiştim böyle gözümde orayı ilahlaştırmış kesin benim çok mutlu olabileceğim bir yer ilan etmiştim kendimce sonra çok çabuk sıkılmıştım o durumdan tabi sonuçta benim sarı kamyonetim ve motosikletim vardı. Cebimdeki para ile pamuk şeker alabilecektim artık ertesi gün olmuş kahvaltımı yaptıktan sonra dışarıya fırlayıp pamuk şekerci amcayı beklemeye başlamıştım hiç şaşmıyor her gün geliyordu, o gün o amcayı orada akşama kadar bekledim ama gelmedi, ertesi gün olmuş ben yine beklemeye başlamıştım hiç sıkılmadan her gün o amcayı orada bekledim ama o hiç gelmedi. Sonra başka biri geldi sokağımızdan başka bir pamuk şekerci geçiyordu. Üzülmüştüm, o amcanın pamuk şekerinden almak istiyordum çünkü, ihanet gibi bir şey olacaktı bu durum ama canım o pamuk şekeri yemek o kadar istiyordu ki bu duruma daha fazla dayanamamıştım durdurup bir pamuk şeker vermesini istedim onun o makinesinden pamuk şekerlerinin çıktığını gördükçe içim daha sevinçle doluyordu, mutluydum o kadar çok mutlu oluyordum ki o pamuk şekerin büyüdüğünü gördükçe daha çok seviniyordum dayanamayıp ''ya abi siz bu pamukları nasıl oluyor da böyle güzel bir şeye çeviriyorsunuz acaba diye söyleyivermiştim'' ''yok kardeşim onlar pamuk değil, şeker sadece, adı pamuk şeker.'' orada yalan söylüyorsun diye haykırmak istedim o abiye, sırf eski pamuk şekerci amcanın pamuklarını çaldın hırsız seni diye bağırmak istedim bağıramadım tabi koşarak eve kaçtım. Çok ağlamıştım pamuk şekerci amca yoktu yada gelmiyordu, pamuk şeker yiyememiştim, ağlıyordum çünkü eğer o gün bana para vermeselerdi belkide ben o amcayı hiç beklemeyecektim... Küçüktüm daha büyümek hiç istemedim ama yıllar geçtikçe yaralarım da benimle büyüdü o amcanın gelmeyişi pamuk şekerin pamuktan yapılmayışı beni çok hüzünlendirmişti, Gökyüzüyle artık eskisi gibi konuşmuyorduk aramız açılmıştı onunla da, bir bir terk ediyorlardı beni daha fazla terk edilme duygusu yaşamamak adına bende kendi ruhumu, bedenimi terk etmeye karar verdim. Hayal kurmayı, pamuk şekerin nasıl yapıldığını öğrendiğim gün bırakmıştım bende. Çok şey istemedim ben aslında; sevmek mi, sevilmek mi diye soru sorsalar bana sevilmek derim, çünkü gerçekten çok güzel bir duygu, sevilmek kadar bu dünyada daha güzel olan bir şeyin olduğunu bilmiyorum düşünmüyorum da...
Her yeni yıl daha da kötüye gidiyor o yüzden yeni olan bir şey yok, sadece daha kötüye giden olaylar söz konusu.
Hala hayallerim var benim olmayacağını bildiğim o kadar çok güzel hayallerim var ki kafamın içinden çıksalar yemin ediyorum ki biri görse hiç üşenmeden belkide hiç sıkılmadan sular onu çiçek gibi yani sırf solmasın diye, olmayacağını bile bile hayal kurmaya devam ediyorum elimdeki bütün kozları kullandığım için olmayacağını bile bile. Hiç düşünmezdim aslında buralara kadar geleceğimi bi yerde son olacağını belkide milyon kere aklımdan geçirir sonra onu uygulardım ama nasıl oldu da buralara kadar geldim anlam veremiyorum bende, koskocaman 26 yıl oldu yani önümde çok zamanda kalmadı pek kaldığını da düşünmüyorum açıkçası. Bazen çocukluğum aklıma geliyor o kurduğum hayaller aklıma geliyor sonra..... Ne yapıyorum diyorum kendi kendime sonra insanların acılarını dinliyorum, olmayan acıları dinliyorum kendi acılarıma bakıyorum anlattıklarım aklıma geliyor insanlara anlattığım acılarım aklıma geliyor. Aslında olay şu ben o acıların her birini tek tek hücrelerimde yaşadım, hepsini ama hepsini... Bazı geceler kendimi özlediğim oluyor böyle kucak dolusu hemde o kadar çok özlüyorum ki kendimi kavuşmayı deniyorum kendime kavuşmak istiyorum. Sanki kahramansız bir romanın yazarı gibiyim.
Oturup bir mektup yazmak isterdim. Kendime, sol yanıma, sevdiklerime, galata kulesine, iki şekerli çayıma, okuduğum kitaplarıma, okuyamadığım kitaplarıma, uzakta olanlara, bekleyenlere, beklenenlere, kalbi kırıklıklara, müziklere, sevenlere, sevilenlere, hala bir umutla bekleyenlere, tanımadıklarıma, dışarıda mendil satan çocuklara oturup bir mektup yazmak isterdim. Sonra Oğuz Atayla oturup birer çay içerdik sıkıntılarımı anlatırdım ona nasıl delirdiğimi anlatırdım. Benim artık kanayacak bir yerim kalmadığına göre delirebilirim sanırım. Çünkü delirmeyi başardım bundan sonra delirmenin bir üstüne geçmek amacım...
Bölüm sonu...
Müzik yok....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
KAYRA
Merhabalar, Nasılsınız En son 20 Haziran 2021 Tarihinde buraya uğramışım gerçekten bu kez araya çok ama çok açtık. Neyse özledik ve geld...

-
Hadi bu gece yeni bir intihar eylemi bulalım insanlar bu duruma şaşırsın, hatta insanlar bu durumu ayakta alkışlasın, yada sabaha kadar b...
-
Ölüm habercisi işte bu ipi yapmak çok istedim.. boğazıma geçirmek ve gezegeni terk etmek istedim. Eğer bunu yapsaydım belkide beyn...