Sizlere daha henüz bir
şey anlatmadım durun asıl bundan sonra başlıyor kalp kırıklıkları, hayallerin
yerle yeksan oluşu, umutların artık son evresi olduğu konulu olayların içine
henüz girmedik. Anlatmak istediğim o kadar çok konu var ki biri dokunsa artık
gözümden yaş akmayacak diye korkuyorum biliyorum çünkü gözümde yaş dahi
kalmadığını paramparça olduğumu ve daha fazla nefesimin kalmadığını, zaten
birkaç damla hevesim vardı o da artık yok oldu diyebilirim. Bir gün hayal
kırıklığımı üç gram kokain karşılığında satmayı düşünüyorum ciddi ciddi
bunlarda geçer dediğim ne varsa geçmediği gibi aynı durum şuan buhramlı dönemin
içinde olduğu gibi. Dayanma evresini geçeli uzun zaman oldu çünkü dayanacak
gücümün kalmadığını rüzgarlı havada uçup gideceğimi tamamen biliyorum, diyorum
ya dayanacak gücüm kalmadı diye. Aslında dayanacak gücüm değil de dayanacak
sabrım ve isteğim kalmadı bu dünyadan biran önce kurtulmak yok olmak. Sanki
beynimin içinde başka bir beyin var gibi bütün şeyleri o söylüyor bende sadece
uygulamak zorunda kalıyorum aynı durum mutsuzluğum içinde geçerli mutlu
olabilmek adına elimdeki bütün kozları kullandığım gibi. Oysa ben hayatımı
veresiye defterine yazıyordum bir gün öderim hesabı diye nasıl kırılacak bir
kalbim kalmadıysa yaralarımın da sahici olduğunu herkesin gözünün içine sokmayı
isterdim, yaram pek derindi ve sahiciydi asıl olan. Kalbimin kırılmasını
geçmiştim oysaki karşıma biri çıksa anlat dese dünyadan marsa kadar yol olacak
şekilde kalp kırıklığım vardı. Yüzlerinden düşen maskeleri sessizce yere
koymalarını istemiştim insanlardan başaramamıştım her zamanki gibi. Sevdiğim
insanlar tarafından terk edilmek adetim olmuştu artık, biri terk etse diğeri
canımı acıtıyordu.
Kum tanesi gibiydi
aslında hayatım sürekli bilmediğim bir yerlere akıyor ve bilmediğim başka
yerlerde ölü bedenler doğuruyordum. Kısa ipi boğazıma geçireli o kadar uzun
zaman olmuştu ki kendi boğazıma ölümü dayadığım bile aklıma sonradan geliyordu.
Evet melankoli değildi bu sadece gerçek bir hayatın gerçek yaşanmışlığı anlatılıyordu
uzun soluklu bir tür dram tarzında çekilmişti doksan iki dakika boyunca
izlemeye gelen seyirciler ağlayacak ve hayatlarına bir kez daha küfür
edeceklerdi bir tür hayatın yarım kalmışlığı yada sizler ne derseniz deyin
bunlara. Kurtulamıyordum, saplanmıştım bir kere girdiğim çukurda çırpındıkça
daha çok dip görüyordum hayaller aleminden uyanalı o kadar uzun zaman olmuştu
ki yine de her ne olursa olsun başka bir hayale dalmak için canla başla
avutuyordum kendimi o kadar çok yara biriktirmiştim ki etrafımdaki yaralı
insanları bile göremez olmuştum artık, doğruydu bütün bunlar, sürekli
akıyordum, bir yerlerden kendi içime dahi aktığım olmuştu kurtulmak değil de
daha çok acı çekmek gibiydi bütün bunlar sanki çektiğim acılar artık sarsmıyor
başka acınız var mı acaba diyordum, dilencilik konusunda dilendiricileri bile
kıskandırır olmuştum, onların tek farkı kalplerinin ve karınlarının aç
olmasıydı benim onlardan başka özelliğim vardı benim bütün organlarım acıyordu
artık kalbimi bilmediğim bir sokakta unutalı yıllar olmuştu öldü haberini bile
gazetenin birinde üçüncü sayfasında yazılıydı az birazda bunun için kalbim
kırılmadı değil hani. Neyse pekte önemli değildi artık. Kurtulmak bir yana
yazmak biraz olsun rahatlatıyor sadece biraz olsun nefes almama yardımcı oluyordu.
Sizlere hiç annemi
anlatmadım ne garip, gerçi bende kendisini çok fazla tanıma fırsatım olmadı
babamdan hemen sonra o da terk etme kararı aldı bana bakamayacağını anladığı
gün kendi annesine bırakarak terk etmişti beni. Terk edilme konusunda yazılı
bir sınav düzenlense geçerim gözüyle bakıyordum artık, çünkü ciddi ciddi kimi
sevmeye kalksam mutlaka içimde mayın tarlasına dönüşüyorlardı. Sevdiğim
kadınlarda daha çok sevgi yerine biraz olsun anne özlemi arıyordum anneleri hep
kadınlardan seçmeleri o yüzden çok ilgincime gider mesela. İnsanların uzaktan
görmeleri canımı acıtıyordu en fazla, ben burada nefes alamadığım günlerde
onların nefes aldığımı sanmaları üzüyordu. Müzik arşivimde bulduğum müziği
dinlemek kahvemi yapıp bunları yazmak dünyada ne kadar dil varsa hepsini aynı
anda sadece birkaç ayda öğrenme görevi verilmek kadar zordu. Evet yazarken bile
kanıyordum ama öyle böyle değil bir insanın bütün hücreleri kanar mı? İşte
benim bütün hücrelerim kanıyordu, artık kanayacak başka yerim kalmamış gibiydi
sanki, beni biraz olsun nefes almama yardımcı olan yazmaktı o da bütün
hücrelerimi kanatıyordu hepsi o kadar. Ölü bedenler doğurmak ve ölmeye bir
uçakla yarışır gibi devam etmek kanamaya ve kandırılma konusunda sanırım benden
başka kimse yok diye düşündüğüm zamanlarım fazlasıyla olmuştu diyebilirim.
Yaralarımı kime
göstermeye kalksam biraz da bundan korkuyordum terk edecek diye, çünkü kimse
istemiyordu yaralı bir adamla birlikte olmayı yaralanmış bir adamla bir ömür
geçirmeyi çünkü onlarda biliyordu gün gelecek o yaralardan bende alacağım
gözüyle bakılıyordu. Diyorum ya yaralanmış bir adamı yaralamak kadar dünyada
kötü olan başka bir şey yoktur sanırım. Kendime bu yüzden iyi bakmayı
geçmiştim. Sevdiğim kadınlarda sağ olsun biraz biraz yaraladılar hangisinde
daha çok yara aldım diyecek olursam hepsinde diyebilirdim çünkü hepsi de
kırmıştı beni. Tek taraflı değildi bütün bunlar elbette bende kırmıştım ama
hiçbir zaman beni kıranı kırmak için asla uğraşmadım kırıldıktan sonra kozumu
oynuyordum bende son vuruşumu yaptıktan sonra sahneyi terk ediyordum o sahnede
yine de hep ben kalıyordum terk etmeyi bu yüzden hayatım boyunca hiç sevmedim
çünkü terk edilmek kadar acı veren başka bir eylem yoktu sanırım. Aralarında sebepsiz
yere kırdığım sanırım tek özlem olmuştu o da sağ olsun mutluluğu başka birinde
bulduğunu söylediği gün bir kez daha bir şeyi başarmıştım sonuçta birini mutlu
etmiştim yada etmeyi başarmıştım kendi adıma benimle mutsuz olacağına başka
biriyle mutluydu artık ve başka biri tarafından sevginin nasıl olduğunu
biliyordu artık. Benim sevgim kendime dahi yetmezken başka birine nasıl sevgi
bağışlarım diye düşüncelerim olmuştu sonra bu düşüncelerin boş olduğunu
anlamıştım doğruydu bütün bunlar ben sevgiye muhtaç bir köpek gibi sokaklarda
geziyordum. Hayatımın her evresinde kalp kırıklıkları vardı bunlarla başa
çıkmak yoruyorken birini hayatımın merkezi yapmak korkutuyordu beni. Kendi
gölgemi bile bu yüzden kayıp eşya bürosuna bırakmışlığım olmuştu biri çıkıp yanlışlıkla
da olsa dahi alır umuduyla bakıyordum. Umudumu o geminin içine atalı o kadar
uzun zaman olmuştu ki beklediğim limanda birinin veya birilerinin gelmesi beni
alıp gitmesi ciddi ciddi kendimi kandırmaktan başka bir boka yaramıyordu.
Bitmedi henüz daha yeni
başlıyoruz yazımın başında dediğim gibi kalp kırıklıklarımı daha yeni
anlatıyorum diye. Beni korkutan biraz da bu eylülün gelmesi neyse ki bu ayın
sonunda 27 ağustos cumartesi günü antalya’ya kesin kesin gitme gözüyle
bakıyorum artık biletimi henüz almamış olsam da ayırttım tekli otuz numara en
arka koltuk, otobüsleri ayrı severim ben aslında bekleyenleri, gidenleri, terk
edilenleri, hüzünleri, hayal kırıklıkları hep bekleyen birileri vardır bir
peronda oturmuş sigarası elinde beklerler mutlaka birini gelecek yada gidecek
gözüyle bakarlar o peronlara benim hayatımda 33. Perondur aslında, bu güne
kadar sayısız kere binmişimdir otobüse ve hep ne şanstır ki 33. Peron gelir
bana, otobüsü beklerken ve bende o 33. Peronda kaybederim hep ama hep. Gitme
arzum niye bu kadar çok var demeyin dedim ya sizlere yaralarımı göstersem
yeryüzünden başlayıp marsa gidecek kadar hayal kırıklıklarım var benim. Bütün
mesele kalbimin kırık olmasından mı kaynaklanıyor yoksa başka bir şeyden mi
kaynaklanıyor bilemiyorum açıkçası. Bildiğim tek konu yazdığım gibi sevdiğim
bütün kadınlarda biraz olsun sevgilerini bağışlaması bütün mesele belki de bu
olabilir. Haklı olmak yada olmamak değil acıyı paylaşmak ve o acıdan mutluluk
yaratmak o mutluluktan bir dünya inşa edip orada yaşamak. Terk edilme korkusu
biraz da bundan olsa gerek yalnızlıktan korktuğum için sanırım aynı karanlıktan
korktuğum gibi karanlıktan nefret ettiğim gibi.
Bitti ama bitmedi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder