İnsan hayatına giren ilklerin unutulmaması ne gariptir aslında yada ilk bir olayın gerçekleşmesi, alınması, yapılması gibi mesela. İlk işe girdiğimde ilk aldığım maaşla kendime almış olduğum kot pantolon ve tam sekiz senedir onu giymem, ilk bir kadına aşık olmam, ilk bir kadının dudaklarını öpmem, ilk kavgam, ilk dayak yemem, ilk sarhoş olmam, ilk sigaramı içmem, bu ilkleri hala unutamam çok garip gelir bana. Mesela delirmeyi çok ilginç bulurum. İnsanın artık son evresine gelmesi oynayacak başka kozunun olmadığını gördüğünde aklını kaybetmesi. Sanırım deliren insanlara hayranlıkla bakmam bu yüzdendir, ki kendimi de onların yanında görüyorum artık benimde başka kozum kalmadığında bende aklımı kaybedeceğim. Aşkta sanırım böyle bir şey. Aşk birinin eline dolu silahı verip uygun anında sizi vurmasını beklemesidir. Çok sevdim bazı kadınları, bazı kadınlara çok aşık oldum, bazı kadınlara ruhumu çıkartıp emanet ettiğim bile oldu sabah eve geldiğimde ruhumla birlikte beni terk etmelerine tanıklık ettim, çok kırıldım, kalbimin aynı yerden kaç defa kırıldığını artık inanın bende bilmiyorum. Kitap yazdım bunun üzerine tabi onu basacak bir yayınevi bulamadım. Günlerce ağladığım oldu. Bazen sen acıya aşıksın dediler, tek cevabım beni bir tek o terk etmedi diyebildim, beni bir tek acım terk etmedi dedim... sustular, oturdular, benimle birlikte ağladılar. İnsanın acısı da, yarası da sevdiği kadardır. Delirmeyi sanırım bu yüzden ilginç buluyorum, artık bende kalan son akıl kırıntısını da biri alacak ve ben son evremi tamamlayacağım gibi hissediyorum, çünkü benim hayatım tamamen bitmek üzere bunu hissediyorum. Bu sayfaya çok şeyler yazdım, bazen çok saçmaladığım bile olmuştur, bazen çok salakça şeylerim ama hep dediğim gibi burası benim odamın arka bahçesi gibi konuşamadıklarımı bu sayfada anlatmak bana biraz olsun huzur vermiştir. Artık huzur pek gelmez oldu, mutluluk zaten köşeyi dönünce son bir kroşe birinden yediğim için onuda olay yerinde kaybettim. Kaybetmenin nasıl bir alamet olduğunu en iyi örneklerle size anlatabilirim ama buna hiç gerek yok. Ben kendi hayatımı daha çok küçük yaşta kaybettim daha sonra yaşıyor numarasını o kadar iyi oynadım ki kimseler bu durumu anlayamadı, tabi arada anlayanlar çıkıyordu daha sonra hızla uzaklaşıp gidiyorlar bir daha yaklaşmamak üzere olay yerini terk ediyorlardı. Bizi yok eden acılar var hayatta, birde bizi büyüten acılar var.
Pek fazla cesaretim kalmadı aslında,. mevsimlerim soldu, hayatım yıkıldı hayatımı kaybettim aynı kendimi kaybettiğim gibi, kalbim kırıldı, kırıldığım yerden onarmak istedim başaramadım, defalarca kırıldı, defalarca üzüldüm, kısır döngü gibiydi hayatım.. yaşıyor, ölüyor, diriliyordum ama bu kısır döngü daha farklıydı.. ölüyor, kalbim kırılıyor, cehennemin en dibine gidiyor sonra bir el beni oradan çıkartıyor tekrardan kaldığım yerden devam ediyordum. tekrardan ölüyor, tekrardan kalbim kırılıyor, tekrardan cehennemin en dibine gidiyordum,. gittiğim bu cehennem diplerini artık ezbere bildiğim için pek fazla aldırış etmiyordum aldırış ettiğim tek konu kalbimin kırılması oluyordu en çokta buna üzülüyordum. Kalbim artık onarılamayacak duruma gelmişti en sonunda insanoğlu elbirliğiyle kalbimi sökmüşler ayırmışlardı bizi. Ne yaparsak yapalım ama ne yaparsak yapalım, geçiyor işte, geçiyor ömrüm.
Yaşamın kıyısında ben mi varım yoksa başka biri mi bende bilmiyorum, uçurumun kenarına gitmiş ve arkamdan birinin beni aşağıya itmesini bekliyor gibiyim, kendimi o uçurumdan aşağıya atacak gücüm bile kalmadığını orada görüyorum. Ölmek çok garip bir his. Hakkını vererek ölmek. Bunu defalarca gerçekleştirmeme rağmen başarısızlıkla sonuçlanması kötü. Evet ölmeyeceğim sanırım, hakkını vererek ölmeyeceğim için benim en büyük cezam delirmek olacak. Kalbimin iyi olmadığını hatta kalbimin kan kaybettiğini ve acil müdahale sonucu kurtulamadığından dolayı fişinin çekilmesi, ölüm saatinin gece yarısı üçü yirmi dört gece öldüğünü, günlerden bir perşembe günü olduğunu ve sokakta yağmurun daha yeni başladığını bir sonbahar mevsiminde insanların artık kalın elbiselerini giydiklerini cenazeye gelen insanların havada çok soğukmuş demeleri üzerine öleceğim. En sevdiğim kelimeyi söylüyorum sizlere ''Biçare'' tam anlamıyla söylemek istediğim bu aslında, yazmak istediğim ve söyleyemediğim bütün cümlelerimin ortak noktası biçare....
Düzelir buda geçer ümidiyle artık yaşamak istemiyorum, çünkü düzelen bir şey yok hayatımda, hep daha aksine gidiyor, eskiden adım adım gittiğim bu uçuruma şimdilerde ise koşarak gidiyor olmam canımı acıtıyor. Canımın yanmasından geçtim artık, çünkü yanacak bir canımın kalmaması, vücudumdaki bütün organlarımın birer mayına dönüşmesi. Kaybettim sanırım, sonunda kaybettim bende. En çokta kendimi kaybettiğime üzülüyorum, bozuk plak gibi buda düzelir ümidiyle kendimi kandırdığım güne üzülüyorum, bitti ama bitmedi dediğim olay sonunda gerçekleşti, bitti çünkü sonunda kendimi bitirdim.
Sonu mutlu biten masalların olmadığı gibi, sonu mutlu biten romanların olmadığı gibi, sonu mutlu biten filmlerin olmadığı gibi, hep mutsuz bitti, çünkü mutlu son diye bir şey olmadığını aslında mutlu son denilen olayın tamamen kandırmaca olduğunu sadece birilerinin yalan söylemesiyle türediğini kimse anlamadı, çünkü hep dedikleri gibi tarih yalnızca mutlu olan insanları yazdı, aslında olması gereken olay tarih yalnızca mutsuzları yazması gerektiğiydi. Çünkü tarih yalnızca mutsuzları yazar.
Hadi Eyvallah...
Son.....
En sevdiğim fon müziğidir bu aslında ( Sebastian Larsson - Into The Dark )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder