Bu resim aslında umutsuzluğun resmi, 1 haftadır deliler gibi gece yarısı oynadığım oyunun son bölümünden aldığım bir resim. Deliler gibi ağladığım, sinir kat sayımın tavan yaptığı, yeri geldiği yerlerde umutsuzluğa kapıldığım bir oyundu benim için The Last of us part II. Evet oyunu bugün bitirdim ve oyunun sonunda ciddi anlamda çok hüzünlendim. Tam anlamıyla bir oyun değildi benim için The Last of us, bir baba kızın hikayesiydi benim için ve hep öyle kalacak. Karakterleri ve oyunun oynanış şeklini anlatmayacağım burada. Resimde ufak bir noktada yürüyen kadın ve gitarı duruyor bu sahneye ciddi ciddi oturup ağladım ben ve gerçekten çok üzüldüm.
Buraya bu gece neden geldim diyecek olursam biraz dertleşmeye geldim sanırım, yada yalnız kaldığım için sığınıyorum buraya en çaresiz kaldığım anlarda hep burada buluyorum kendimi küçük bir odada kimsesiz kalan biriyim ben aslında ve yalnız başıma göçüp gideceğim. Bu kadar etkilenmiş olmam bu oyundan sanırım yaşadıklarımdan kaynaklı ve onların tetiklemesiyle hüzün boşluğuna bu yüzden düştüm ama iyi oldu, eski beni bulduğum için, kaybediyor sandığım için iyi oldu. Yıllar önce kaybolduğum sokaklarda kendi ruhumun yaralarını dikmeye başladığımda hayatı öğrenmiştim ben ve o günden sonra ruhumda açılmayan yaram kalmamıştı daha ne kadar yaralanırım diye düşünürken daha fazla yara almıştım. İnsan büyüdükçe hayatı öğrenirmiş ya ben aslında bu hayattan çok fazla şey istemiyordum sadece biraz sevgi hepsi o kadar.
Evet bugün ciddi ciddi oturup oyunun sonunda hüngür hüngür ağladım karakterlere ağladım, kaybettiklerine ağladım, kendi içlerinde verdikleri savaşlara ağladım tam anlamıyla bir oyun değildi bu ama insanın ruhunu nasıl sikebiliriz dedikleri bir psikolojik savaştı. Hepimiz kendi içimizde verdiğimiz savaşlarda kaybediyoruz, kimimiz değer verdiğimiz sevdiklerimizi, kimimiz uğruna inandığımız bir eşyayı, ben hangi savaşa girmeye kalksam beni ilk bırakan ruhum oluyor sonra bedenim ve biliyorum ki ilk onlar terk ediyor beni geri gelmemek üzere.
Benim yapabileceğim yada elimde olan pek bir şeyim kalmadı açıkçası sadece bekliyorum ve sadece beklemek istiyorum çünkü yorulduğumu çok iyi biliyorum artık.
Ve sonsuz teşekkürü hak eden oyun The Last of us part II sayende dövme işini öne çekmeye karar verdim.
Çocukluğu çalınmış insanların, hayatlarının geri kalanını hükmen mağlup olarak devam ederler.
Merhabalar, Nasılsınız? Umarım iyisinizdir.
Ben ikinci sarı kartla oyun dışı kalmış biri olarak hayatıma kaldığım yerden devam etmeye çalışıyorum yada oynadığım bu gösterişli oyunda rolümün hakkını çok iyi veriyorum ki senarist henüz final yazmayı uygun görmüyor sanırım. Her neyse... Zaman kavramı artık gün geçtikçe mum gibi eriyor, anlamlandıramadığım bir kısır döngünün içinde kendimi bulamıyorum, Kaybolmuş biçimde sürekli kendimi ve kendi hayatımı mahvetmeye çalışıyorum, yıkılmaz kalemi kendi ellerimle yıkıyorum, yavaş yavaş hüzün veren bir duygu bu aslında ama neyin üzüntüsü olduğunu bilmiyorum.
Bir gün ciddi ciddi delireceğim sanırım. Hayatım boyunca en umutsuz insan olarak hep UMUT ettim, en dibi görmüştüm, hakkım olanı almak istediğimde o kuyudan çıkarken üstüme sinen kokudan o kadar rahatsız olmuştum ki geri dönmek zorunda kalmıştım. Benim hayatım tam anlamıyla kir ve kokudan oluşuyordu, üstüme sinmiş bu kokuyla yaşamıma devam edeceğimden pişmanlık duyan kimdi bilmiyordum.
Sizlere çocukluğumdan söz etmedim hiç, gerçi hoş nasıl bir çocukluk yaşadığımı bende pek anlayamadan hayatın orta yerine atılmıştım. Dizlerimin kanadığını ben daha beş yaşındayken öğrenmiştim, acının nasıl bir tat olduğunu, çıkmaz sokakların nasıl bir bok duvarı olduğunu daha henüz beş yaşında öğrendim. Çocukluğumu kumar masasında kaybettim ben o günden sonra hayatım hep bir kumar masasında en iyi blöf olarak kullanılmak oldu. Hayat bu değil dedim, tutunmak istedim, kötüde olsa bir şeye tutunmak istedim. Tutunduklarım da oldu elbet ama o tutunduğum kişilerde belli bir zaman kırılmayı uygun gördüler kendi içlerinde. Tutunacak eğer bir dalın yoksa aşağıya düştüğün zaman canın çok yanar. Benim canım bir kumar kartına peygamberler gibi satılınca Allah'dan mucize bekler oldum. Allah sesimi o gece duymayınca aramızdaki bütün duaları yere attım.
Okuduğum kitaplar, yazdığım onca şey, tanıdığım yeni insanlar ve tanımaya devam ettiğim yeni insanlar, hayatıma giren kadınlar hepsini tanıdım. İnsanları tanımak konusunda çok ustalaşmıştım, tek bir fotoğrafla bütün geçmişini öğrenebiliyordum artık bu da Tanrı tarafından bana verilen özel bir güçtü işte. Ben yıllar önce kendimi kaybettiğimde yere hızla çakılırken başımın içine giren ağrı sayesinde hayata tutundum ve yıllardır yapabildiğim tek şey o kuyunun dibinde huzurlu yaşayabilmekti. Kimseye zararım yoktu benim kendimden başka ve kendimden başka kimseyi kırmadın, Nasıl bir kalbe sahip olduğumu öldüğüm zaman bilim insanların araştırması için emanet edeceğim.
Hayat bize hiç iyi şeyler sunmadı, hoş bizde ondan altın tepside bir şey beklemedik sadece ikiyüz elli gram mutluluk hepsi bu kadar.....
Uzun zamandır içimdeki bu mutsuzluktan kurtulabilmek için buraya geldim bu gece, kendi odama girdiğimde dağınık bıraktığım yatağıma tekrar yattığımda dizlerimi karnıma kadar çekip uyumaya çalışacağım...
Çekilen acılar bir yerlerde sıkışıp kaldı. İki sandalye ve yeni yapılmış sıcak kahveler eşliğinde başlamıştı birbirimize anlattığımız hikayelerimiz, o gece ilk defa yanımda kalmayı kabul etmişti, birlikte uyumuştuk, sabaha kadar saçlarını koklamam karşılığında tek bir öpücük hakkı vardı, onunla o gece daha ilerisini asla düşünmemiştim sadece sarılıp uyuyacaktık birbirimize, acılarımıza sarılıp birlikte ağlayacaktık son kez, Allah var sabah olmasını hiç istemedim ben, o gece kıyamet kopsun istemiştim, saatler geçmesin istedim ama benim istediğim asla olmadı, kaç kere saçlarını öptüm bilmiyordum, saçlarından öpüyorum diye sıkılmamıştı da hoşuna gidiyordu, gecenin karanlığında ışıltısı odayı o kadar güzel aydınlatıyordu ki Tanrının melekleri üzerimize rahmet olup yağdı sanki, Kutsal bir kitapta adı geçse ezberler yüreğimin bir köşesine kazırdım onu, Ben sevilmenin nasıl bir his olduğunu onun ellerinde gördüm ve bir insanı nasıl iyileştirdikten sonra yok olmayı nasıl başarır en iyi o öğretti bana, sanki buharlaşıp çekip gitmişti. O gece anlamıştım, terk edecekti beni söylemeye cesareti yoktu daha fazla aynı yerden kırmak istemezdi bu yüzden birlikte olmayı istemişti. Sabah uyandığımda anne karnına geri dönmüş cenin pozisyonunda ağlarken buldum kendimi, Günler haftaları, Haftalar ayları kovaladı ama benim ağlamalarım asla tükenmek bilmedi, Adem Peygamber gibi gözyaşı dökmüştüm arkasından aylarca. Gelmeyeceğini biliyordum çekip gitmeyi çok iyi biliyordu kendisi. Çektiğim ilk acı değildi ama yüreğimin ilk yangınıydı İbrahim Peygambere atılan ateş gibi yanıyordu yüreğim ve geçeceğini asla inanmıyordum. Böylelikle başlamıştım uyuşturucu etkisi yapan maddeleri kullanmayı, kullandığım hiç bir madde onu unutmama yardımcı olmayınca tadabileceğim bütün alkolleri tattım bende, Unutmak için o kadar çok savaş verdim ki hiç biri bir boka yaramadı, Üzülmemem gerektiğini öğrendim ama üzüntü denilen madde yakama o kadar sık yapışmıştı ki bırakmak bilmiyordu, Aylar artık mevsimleri, mevsimler yılları kovaladı, o gece kokladığım saçı başka hiç bir kadının saçlarını koklamamak üzere sanki yemin etmiştim ve o günden sonra hiç bir kadının saçlarına elimi sürmedim. Kendime ve ona ihanet etmedim ben. Sadece aşık olmuştum.
Sevgili Mellery benim hayatıma pimi çekilmiş bir bomba bırakarak sıcak yatağını terk edeli çok uzun yıllar oldu. Bugün onun ölüm yıl dönümü.
Zaman asla geriye akmaz sırf bu yüzden bugün onunla gezdiğimiz sokaklarda bir kez daha gezdim, Elma şekerini çok seviyor diye bir sokak başında hıçkıra hıçkıra ağlayarak yedim, Yaralarımı diken o insan öyle bir yara açmıştı ki kapanmamak üzere çekip gitmeyi uygun görmüştü, Birlikte kurduğumuz o hayallerin hepsi eksik kaldı şimdilerde, yarım kalmadı eksik kaldı sadece. O gece beni öyle güzel öpmüştü ki ondan sonra bir daha hiç bir kadını dudaklarından öpmedim ben.
Hayat karşımıza nasıl yada ne şekilde insanlar çıkarır bilemiyoruz ama hayatın bana atmış olduğu tokatlar yüzünden artık daha fazla yaşama hevesim kalmadığını biliyorum. İki merdiven daha çıkabilirsem nefesim kesiliyor benim. Yalnız kalmaktan korkuyorum, acılarıma bakıp bakıp iyileşmesini bekliyorum beklerken başka bir yerden yeni yaralar alıyorum bu zamana kadar nasıl geldiğimi ve gelebildiğimi aklım dahi almıyor artık. Gidebileceğim ne kadar yol kaldığını artık kestiremiyorum, boğulup duruyorum nefesim kesiliyor artık.
İnsanın ilacını yine başka bir insan bulursa iyileştirir... Yaralarımız var olacak ama senin en güzel yaran sol bacağında duran yaran... Senin en büyük yaran beş yaşında hayata tutunmayı başarmış olman...
Son sözlerin bunlardı Sevgili Mellery... Huzur içinde uyu lütfen, senden sonra aldığım yaraları yanına geldiğim gün oturup birlikte ağlayarak anlatacağıma söz veriyorum...
Küçükken aynalarla çok konuşurdum ben, dertlerimi anlatırdım daha sonra aynayı kandırır ilk maçta nakavt ederdim onu, bunu bana babam öğretmişti, kendisi kumar masasında beni kullanınca hiç üzülmemiştim, o gün bir boka yaradığımı görmüştüm, yıllar sonra kazanıyorduk ikimizde, yıllar sonra ikimizde baba oğul olabilmiştik... bilmediğim tek konu ruhumun o gece beni bırakıp gitmesiydi kırılmıştı ama en çokta kalbim kırılmıştı, bilmiyordum iki kişiyi aynı anda kırmadan nasıl gideceğimi sırf bu yüzden dizlerimin üstüne her düştüğümde üzülmemeyi öğrendim yada öğrenmiş rolünü çok iyi oynuyordum, canım o kadar çok yanmıştı ki artık belli bir noktadan sonra koşmayı bırakmıştım. Koşmak bana göre değildi bu tamamen aptalların bir oyunuydu ve ben koşamayacak kadar hep güçsüz kaldım, her konuda geride kalmanın nasıl bir his, nasıl bir eksiklik olduğunu aynadaki kişiye anlattıktan sonra paramparça ettim kendisini ve bunu yaptığımda beş yaşındaydım.
Boynuma geçirdiğim iple intihara kalkıştım ben ve bunu yapacak kadar akıl sağlığım yerindeydi, ölümü arzulayacak kadar istekli biriydim ben. Korkmuyordum ölümden çünkü defalarca denemiş ve her denemede başarısızlıkla çıkmış biri olarak ölemiyor bir sonraki acıya devam ediyordum, ustalıkla oynuyordum, rolümün hakkını belki de fazlasıyla veriyordum bilemiyordum bunu, bana ödül verdiklerinde kürsüye çıktığımda söyleyeceğim iki çift lafım olacak, bana bu ödülün verilmesi konusunda o insanlarında hak payı olduğunu düşünüyorum, beni bu duruma getirenler kadar, beni bu duruma itenlerden intikamımı alacağım, o kürsüye ilk çıktığımda intihar edeceğim ve bu yüzden ikinci kez ödül verilecek belkide, kim bilebilir denenmemiş bir yolla intihara kalkışacağım...
Kuyunun dibinde olmanın nasıl bir his olduğunu çok iyi biliyorum, üstüne sinmiş bir koku vardır ve bu kokudan nefret eden insanlar asla yaklaşmak istemez sana vebalı gibi bakarlar sana, gözlerine baktığında anlarsın bunu, o gözler o kadar çok şey anlatır ki bir tek sen anlarsın bunu, o kuyunun nasıl bir yer olduğunu ve çıkmak istedikçe daha da dibe batar en dibi boylarsın çıkamazsın o koku üzerine öyle bir sinmiştir ki asla çıkaramazsın, kendini ne kadar yıkarsan yıka asla bırakmaz o koku seni ve anlarsın artık bir noktadan sonra o kokuyla yaşamak zorunda olduğunu, gitmek istedikçe, çekip terk etmek istedikçe gidemezsin. Beş yaşında o kuyudan çıkmayı başardığımda kazandığım ilk zafer değildi benim hikayem, kaybetmeye o gün başladığımı anlamış olsaydım asla çıkmazdım, kuyunun dibinde bekler dua ederdim Tanrıya...
Kumar masasında kazanmanın nasıl bir his olduğunu çok küçükken tatmıştım ben, bir şişe gazoza kumar masasından kalkarken insanın nasıl devleştiğini ve kendinin kral gibi hissetmenin nasıl bir duygu olduğunu çok iyi biliyorum, kimselerin bilmediği tek konu o kumar masasından kalkan her insan mutlaka bir eşyasını kaybeder, kimisi parasını kaybeder, kimisi çok değer verdiği eşyasını, ben o gece ruhumu kaybettiğimde kan kustum etrafa. İnsanın ruhundan yaralanması kadar başka acı veren bir eylem yoktur, İsa olmuşsun çarmıha germişler gibidir ruhunun yaralanması ve sürekli kanaması.
Bitmek bilmeyen acılarımız var, kimimiz eşimizden, kimimiz dostumuzdan, sevdiğimizden aldığımız acılarımız ve yaralarımız var. Bizi biz yapan acılarımız aslında.
Merhabalar, Nasılsınız?
Aklımda bi tahterevalli varda o yüzden gelmiş bulundum buraya yine,
ciddi anlamda çok sık geldim buraya son iki senedir bu kadar uzun zaman geçirmedim sanırım malum hastalık süreçleri vesaire derken sık sık gelir oldum buralara.
Öncelikle sanırım Yurt dışı işi tam anlamıyla çöp oldu, yine uzun bir süre daha buralardayım. Bir şeyi çok istersen olmaz derler ya ciddi ciddi artık buna inanıyorum, inanmaya başladım. Her şeyden önce yeni bir hayata başlama fırsatı, tam ayağıma o top gelmişti ki, doksan dakikalık maçta penaltı olur o golü atarsan şampiyon olursun derler ya, işte o iş öyle olmadı... doksan dakika boyunca köpek gibi koştum, götümden akan terleri bir tek ben bilirim ama gel gelelim ki hakemin yapmış olduğu şerefsizlik yüzünden maçı kaybettim, ne son saniyelerde penaltı kazanıp gole çevirdim, ne de karşı rakip maçı sattı, ciddi ciddi çok güzel maç oldu ama kaybettim. Kaybetmeye alışkın biri olduğum için çok koymadı bana açıkçası, sonuçta bazı şeyleri çok iyi tecrübe edinmiştim, sağlık olsun dedim sonraki maçlara bıraktım, bıraktım bırakmasına ama işte insanoğlu üzülüyor. Her neyse...
Gelelim diğer konuya İkinci kitap işi de olmuyor zaten pek fazla gönüllü değildim açıkçası çıkması konusunda sonuçta insan kendini çok iyi tanıyor, çıkması konusunda çok zorlamadım çıkarsa çıkar dedim, açıkçası umurumda değildi yani. Kendimi tanıyorum çünkü biliyorum ben yazar, şair falan değilim benim asla öyle bir niyetim olmadı kaldı ki kendime yazar diyebilmem için sanırım kırk fırın ekmek yemem lazım. Kendimi asla yazar olarak görmedim ben, olamazdım da, sadece öylesine yazıyordum hepsi o kadar. Ben yazarlardan Oğuz Atay'ı ne kadar çok seviyorsam, Şairlerden Nazım Hikmet ve daha nicelerini sevdim, onlara bağlandım benim sadece bir hayalim vardı onu gerçekleştirdim, bu dünyaya bırakacağım bir anım oldu hepsi o kadar. Bu yüzden kendimi Kanat Güner'e çok yakın görüyorum sonum onun gibi olacak endişesi, raydan çıktıktan sonra kendimi kaybedeceğimi çok iyi biliyorum, dedim ya insan kendini çok iyi tanır, İnsan kendini tanımakla yükümlüdür. Masal Kahramanları kitabı artık bitti, Yayınevi'yle olan sözleşmemiz 3 ay sonra bitiyor ondan sonra tamamen unutulacak. Kitaptan hiç gelirim olmadı, zaten para kazanmak için yazmadım, dedim ya yazar değilim diye ben. Kitabın gelirleri kimsesiz çocuklar vakfına, bir diğer kısmı ise Doğuda zor şartlar altında okuyan ayakkabısı dahi olmayan ve bu işte öncülük eden güzel insana verdim. O güzel çocuklara ayakkabı vb ihtiyaçlarını alsın diye. Bunu yazıyorum çünkü bu kitabı alanlarında bilmeye hakkı vardır diye düşünüyorum. Evet yaptığın iyiliği diğer el görmemelidir, aslında bunu da pek yazma fikrim yoktu ama son olduğu için gönül rahatlığıyla yazabilirim diye düşünüyorum yada bu işten para kazanıyorsun gibisinden söz söylemek isteyen olursa diye yazma gereği duyuyorum, çünkü Masal Kahramanları artık bitti. Birilerinin görünmez kahramanı olabilmek çok güzeldi ve ben bu duyguyu bu kitapta yaşayabildim. Bu arada baskı olmayacak mı yada nereden temin edebiliriz falan zor, varsa bile çok zorlaman lazım, yani piyasada kalan son kitapları alabilmek biraz zahmetli, zamanında bende son kalan kitapları alabilmek için uğraştığımdan biliyorum. Tekrar bir baskı falan olmayacak, çünkü Yayınevi'yle olan sözleşmem 3 ay sonra bitiyor ve bu yüzden yeni baskı yapmayacaklar.
Gelelim ikinci kitabın sonuna, Evet aklımda ikinci kitap fikri vardı ama dedim ya ben yazar falan değilim diye, birilerinin zorlamasıyla ikinci kitap işini biraz omzuma yük bindirdim ama pek ümidim yoktu açıkçası, o yüzden ikinci kitap çıkmadan bitti. Yani kısacası ikinci kitap olmayacak. Her güzel şeyin bir sonu mutlaka olur bunu ben kendi hayatımdan biliyorum çünkü, Saymakla bitiremeyeceğim Anılarımı, Acılarımı, Dertlerimi, Sancılarımı, Ağlamalarımı, Uykusuz kaldığım günleri, Aldatılmayı, Terk edilmeyi, Yalnızlığı tecrübe edindim, sadece tecrübe edindim, çok iyi dediğim zaman yine birine inanıp yine kırılacağımı bildiğim için tecrübe edindim diyerek geçiriyorum.
Evet şimdilik bu kadar sanırım, uzun bir süre gelmem artık, Söz bu hastalık bitsin kendime çok iyi prim vereceğim Şişhaneye gidip Galata Kulesini selamladıktan sonra Kadıköy sahilde üç Bomonti bir Şarap ısmarlayacağım kendime ve yalnızlığa.
Halimizden yanan anlar, Acının ilacını bulan lütfen paylaşsın nankörlük etmesin bütün ilaçları tüketmesin bu konuda herkesi göreve davet etmek istiyorum, acı paylaştıkça güzel falan değildir senin çektiğin aynı acıyı bir başkası çekeli çok uzun zaman olmuştur o yüzden çektiğin ilk acıyla ölmezsin sadece nefesin kesilir. Yalanlara inanmak diye anayasaya bir madde eklenmesini istiyorum, çünkü ben kötüde olsa inanmak istiyorum artık. Bir masala inanmak istiyorum en çok içinde kırık kalplerin olduğu bir masal, kırık kalp iyidir insanın yarasını her zaman hatırlatır, Bazı şeyleri unutmamak geriye dönüp baktığında kırık kalbin ne kadar da değerli olduğunu anlarsın. Camın önünde bulunan üç farklı çiçeği soldurmadan büyüttüm, her birine ayrı sevgimi verip günlük su ihtiyaçlarını aksatmadan karşıladım ben, onlarda bana teşekkür olarak yapraklarını açtılar, teşekkürlerini yapraklarını göstere göstere açan bir başka daha canlı yoktur dünyada sanırım. İnsanoğlu ise teşekkürünü seni en zor anında sırtından bıçakladığında gösterir yada daha fazla yaralar, aynı yerden yaralamak için, yarana yara bandıyla gelen insanda bir süre sonra aynı yerden kanatır derine işleyecek yaraları ezberlettiğin için yapar bunu, acının üstüne acı koyarsan baş başa kalırsın aynı 1 gibi o da hep 2'yi beklediği için yaralanmıştır bugüne kadar, beklediği için değil ondan önceki sayı da onu yaraladığı için sırasını salmak istemiştir. Sayılar, harfler yada eşyalar hep bir öncekinin hayal ürünüdür, o hayali ürünlerden kurtulamadığın süre boyunca sürekli derini kazımak sorunda kalırsın yani kurtulamazsın.
Nefes almak bu kadar zor olmamalı diye düşünüyorum, bu konu hakkında da anayasanın ikinci maddesinin, üçüncü fıkrası, d. bendine göre yeni madde eklenip toptan anayasa maddesinin değiştirilmesi konusunda teklif vermek istiyorum sayın bakanlara. Lütfen beni dinleyin sözlerime kulak verin, kulaklarınızı kapatmayın artık.
Hayatı parçalanmış, paramparça olmuş üstüne bulaşmış bu kadar çamurdan korkmayan her insanın hep bir umudu vardır. Kötüde olsa insanın umutlarını öldüren bir şeytan vardır.
Kalbimde bir fay hattı var orada ne depremler oluyor bende bilmiyorum, çok kez yıkıldı ama her seferinde toparlanıp yeniden sıfırdan başladı. Sarılmak dünyanın en iyi ilacı derler bende her gece kendime sarılıp fay hatlarını onarmayı kabul ettim, büyük bir deprem ve yıkım beklenen bu fay hattı bir gün yıkılacak o zamana kadar kuyunun dibinde dua edeceğim.
Merhabalar, Nasılsınız? Malum olaylardan dolayı yine uzaklaşmış olduğum odama geri döndüm bu gece, çok kalmayacağım öyle bi bakıp çıkarım diye geldim hem biraz böyle böyle özlediğimin farkına varmış olurum hemde biraz bi şeyler yazar sonra giderim diye geldim, Niyetim aslında çok güzel şeyler söylemek değildi bu gece ama bir kaç gündür sürekli sayfaya girmem konusunda beynim zorluyordu nedendir bilinmez ama her neyse çok sıkmaya gerek yok.
Nasıl oldu bilmiyorum ama uzun süredir yazı yazmıyorum yada yazmak istemiyorum nedenini bilmediğim için bu soruyu kendime sormak istemiyorum uzun süredir kendime sorular sormayı kestim beynim artık çok daha garip çalışmaya başladı müzik dahi dinlemiyorum neredeyse, Kendimi adeta seksen yaşında gibi ölümü bekliyor gibiyim yada Azrail'in kapımı çalması için öylece pencere kenarına oturmuş bir yabancı gibiyim, Kendime o kadar çok yabancılaştım ki aynalarla artık konuşmayı bıraktım, kendimle konuşmayı bıraktım, dinginlik hali diye düşünüyordum önceleri ama daha sonra bu bir dinginlik olmadığını aslında bir vazgeçme potansiyeline yöneldiğini anladım. sanırım yavaş yavaş vazgeçiyorum. hayallerimden, ideallerimden, kendimden vazgeçiyor gibiyim. koptum ama bazı şeyler o kopmayı engelliyor gibi kendimle savaşın içerisindeydim uzun bir süre, yıllarca sürmüştü hatta, kimse kazanamadı sadece ağır yaralar aldık ve kimsenin yenilmediği bir savaşta çok kayıplar verdim. İnsan kazanamayacağı savaşa girmemeleri ama aklıma hep gelen o soru belki kazanırım umudu. İnsanı asıl yaşatan mevzu bence bu UMUT o kadar boktan bir şey ki kazanamayacağın bir şeye umut etmek ve beklemek insanı asıl yoran ve yıpratan tek hadise sanırım budur.
Rüyalar görmüyorum artık yada kesik kesik anlamsız ve anlamı olmayan rüyalar görüyorum, uyandığım zaman kendi rüyamı tarif edemiyorum. Eskiden aklımı kaybetmeyi çok isterdim kendi adımı dahi unutup çekip gitmeyi o kadar çok isterdim ki büyüdükçe ve olgunlaştıkça bu duyguyu da kaybettim, kaybede kaybede geldiğim bu yolda kendi ruhumu inceltmiş olmak ve onu yıpratmak sanırım en büyük hatayı burada yaptım diye düşünüyorum bir insan kendi ruhunu neden yorar neden onu da kandırır ki dediğim zamanlarım oluyor artık. Bitirmeyi ve bitmeyi çok arzuladım ama bitmedi işte bitmek öyle kolay kolay kazanan bir iş değilmiş bunu en umutsuz ve en bitik olduğum zamanlarda nefes alabildiğim zamanlar aklıma gelseydi belki de o zaman çok daha farklı olabilirdi hayatım. Sanırım korktuğum için yaptım bütün bunları, korkmasaydım biraz daha çapa gösterseydim düzelirdi ama işte o zaman istediğim ben olmazdım yada olamazdım. Eskileri bırakamadım paçama yapıştırılmış yada sırtıma yüklenmiş bir kambur edasıyla ateşlerde yürütülmeye mecbur bırakıldığım için buralara geldim. Bilmiyordum
Bir yolculukta ayakta gidiyorum devrildim, işte o zaman kalbim kırıldı, dinlediğim şarkılar, okuduğum kitaplar, gezdiğim sokaklardan hep bir şeyler öğrenmek istedim ve çok şey öğrendim ''kaçamadığımı'' kaçmak istedikçe kısır döngü gibi başa saracağını en iyi ben öğrendim, kendime ve kendi hayatıma bir şeyler katmayı, şehir şehir gezmeyi, kimselerle konuşmamayı arzuladım, sessiz bir koyda kendi nefesimi dinleyerek gece yakmış olduğum ateşin başında karanlığın içinde yok olmayı, bunlar yapılamayacak eylemler değil tabi ki yapılabilir ama benim bunları yapacak isteğimin olmaması asıl mesele buradan kaynaklanıyor, işte asıl beni yıpratan hadise sanırım bu.
Buraya gelmeyeli uzun zaman olmuştu dedim de gerçekten burayı çok özledim, kendimle konuşmayı, son bir kaç aydır doğru düzgün elime kitap dahi almadım öylece raflarda birbirimizle bakışıyoruz. Özledim demek yetmiyor bazen, özlemek çok ağır aslında.
Neyse konuyu toparlamak falan isterdim ama burada kalsın şimdilik, belki yakın zamanda yine gelirim.
Bölüm Sonu olarak çok sevdiğim ve bıkmadan dinlediğim müziği de buraya bırakıyorum.
''geçecek dediğiniz ne varsa geçti mi sizin? benim henüz geçmedi de merak ettim o yüzden soruyorum şuan sizlere, yana yana bir insan erir mi demeyin, eriyormuş bunu ben kendimden gördüm, o kadar çok eridim ve tükendim ki daha ne kadar dibe batabilirim gibi planlamalar yapmaya başladım, yıllarca öğretilen matematik problemlerinin işte şuan işime yarayacağını asla bilemezdim, çözülemeyen bir sorunun görünmez bir y alacağını ve x ile çarptığın zaman sonsuzluk sayısını elde edeceğini işte şimdi öğrenmiş bulundum ama insanoğlu tarafından öğretilen bu sonsuzluk sayısı sayesinde çok iyi öğrendim, aklımı gecen gün doğramaya karar verdiğimde evde büyük bir blender'ım olmadığı için çok üzüldüm, un ufak edebilmek için, benden kalan bütün duygu ve düşüncelerimi onun içine atıp tek bir düğmesine basmayı çok hayal ettim ama olmadı işte, dedim ya geçecek diye çok fazla umut bağladılar ama geçmedi. Duygu ve düşüncelerin mantığı çok garip gelmiştir bana her daim anlamı ne kadar derindir, ne kadar ileriye gidebilir bir duygu. Aynalarla aramdaki bağ yıllar önce koptu bir daha asla toparlayamadım, toparlamak istedikçe hep ellerim kanadı en sonunda daha fazla canım yanmasın diye öylece bıraktım bir köşe başına kimselerde dokunmadı. Kaçmak istedikçe ıssız bir sokakta öylece kalakalmanın nasıl bir his olduğunu çok iyi biliyorum. Kıstırılmış, canının yanacağını bile bile etrafa saldırmanın nasıl bir his ve duygu olduğunu çok iyi öğrendim, güçlü kalabilmek için hiç bedel ödemedim ben, hep düştüm, düşmek istediğim için diye değil bir daha yere hızla düşmemek için düştüm ben, kimseler kaldırmasın istedim ama hep birilerine inandım yada kandım işte onlara kanınca düşmek zorunda olacağımı bildim ben. Karanlıktan hala korkarım, içimdeki o korku sanki beni içine çekecek ve bir daha beni bırakmayacakmış gibi gelir, yalnız kalmaktan korktum ben. Gitmek istedikçe, terk etmek istedikçe hep elime yüzüme bulaştırdım kötü olan ne kadar madde varsa kullandım ama asla bağımlı olmadım yada birine bağlanmak istemedim bu yüzden korktum ve hala da köpek gibi korkuyorum ne yalan söyleyeyim şimdi size. Bir ses kötü de olsa bir ses, uzaktan gelen bir sessizliğinde içinde boğulup insanın kendine darılması gibi en acı verici madde sanırım insanın kendisine küsmesi yada darılması diyebilirim, ben kendime çok küstüm, çok darıldım ama her fırsatta barışmam için içimde çok antlaşmalar sağladılar bilmediğim bir topluluk yüzünden.''
Bu yukarıdaki yazıyı geçen gün yazmıştım ama neden yazdığımı asla bilmiyorum o yüzden silmek istemedim...
Ben başımı dizlerine koyup şiirler, romanlar okumasını çok isterdim ama olmadı.
Gözlerinin içinde hayallere dalmayı ve oralarda kaybolmayı
Ona kahve yapmayı sırf elleri yanmasın diye kendi ellerimle içirmeyi
Unutulmuyor bazı yaralar yada geçmiyor bazı izler derinde bıraktıkları insanın canını acıtsa da unutulmuyor işte bazı yaralar.
''Her insanın yarası vardır birileri tarafından Anadan, Babadan yada Yardan o yaralar bazen geçiyor diyoruz ama geçmiyor işte bi yerlerde kabuk bağlıyor sonra o kabukları kendi ellerimizle temizliyoruz kanata kanata, canımızın acısına aldırış etmeden kanatıyoruz yaralarımızı, iyileşsin diye değil sadece başka birileri görmesin diye yada o yaraları aynı yerden başkaları kanatmasın diye, aldığımız yaralar bazen gözlerimizden aksın istiyoruz gözlerimizden akan yaşlar kezzap gibi suratımızı yaksa da aldırış etmiyoruz, birilerini bekliyoruz yüreğimize dokunsun diye değil sadece iyileştirsin diye açıyoruz ama iyileştirmek bi kenara aynı yerden yaralanmak acıtıyor insanın yüreğini, nefes almak istedikçe başka hikayelerin içinde kendimizi arıyoruz kiralık katillerimizden kurtulup ne zaman bitecek diye nefes almaya çalışıyoruz ama aldığımız nefesler hep boşunadır yüreğimize dokunacak hiç bir güçlü insan yoktur, yarayla alay edenler hep yaralanmamış olanlardır o yaralar sahicidir ama kimse dokunmak istemez yaralanmamak için diye değil onlarda aldıkları yaralardan tekrardan kanamamak için yaklaşmazlar hepsi bu kadar basittir aslında''
Geçen onca seneden sonra neyi doğru yaptım hiç bilmiyorum yukarıda yazmış olduğum yazıyı az önce aklıma öylesine geldiği için yazmış bulundum, Ben buraya gelmiş bulunduğum onca seneden sonra hayatımda düzelen çok az şey oldu sürekli değer kaybeden bir eşya gibiyim artık ve gittikçe değersizleşiyorum hayatımın yokuş aşağı freni patlamış bir araç gibi savruluyorum bi yerde duracak umuduyla diye değil bi yerde yapacağım kaza sonucu yaralanmaktan korktuğum için belki de, en büyük korkum yalnız kalmak sanırım. Kanat Güner gibi 27 oldum diyerek raydan çıkan bir perde gibi olacağımdan, korkuyorum sanırım. Ağır yaralar ne zaman geçer bende bilmiyorum ama tecrübe ediniyorum, bazı tecrübeler iyidir insanı olgunlaştırır bir sonraki hatanı yapmamak için fırsat kollarsın ama ben bunu yapamadım, hep sürekli aynı yerden yara alınca bıraktım yada bırakmak zorunda kaldığımı hissettim çekip gitmek istedikçe hep bağlandım bir şeylere bağlanmak istemedikçe hep bağlandım durdum daha fazla nefes alabilmek için belki de yada daha fazla susmak için... Sustukça daha çok yorulduğumun farkına vardım. Bir adamın aynı yerden sürekli yaralanması kadar daha fazla ne olabilir ki? Bir kadının aynı yerden yaralanması kadar daha fazla ne canını acıtabilir ki? Artık daha fazla nefes almak istemediğimi biliyorum sadece sessizce çekip gitmek istiyorum yaralarımı bir bavula koyup kimseler görmesin diye uzaklara gitmek istiyorum, İnsanlardan kaçmak istiyorum, kendimden de kaçmak istiyorum yalan yok ama kapının önüne çıktığım an düşmekten korkuyorum, yoluma taş koyacaklar diye ve tekrardan aynı yerden yaralanmaktan korktuğum için, artık tedavi edilemez bir yaram var benim açık ameliyat sonrası dikilemeyecek yaram var ve ben o yaralarla mutlu değilim, mutluluğumu kaybettim...
Yaralarım sahici geçecek diye artık umursamıyorum sadece süreceğim merhem daha fazla o yarayı açmasın hepsi o kadar....
Çaresizliğin resmini çizmeye çok çalıştım ben ve her seferinde o kadar çok başarılı oldum ki bir sonraki çizmeye kalktığım resim aslında bir boka benzemediğini, bir suratın olmadığını gördüm ben. Aynalarla aramda bir bağ kalmadı artık benim, dün gece içmiş olduğum şarap şişemin içine bütün umutlarımı ve hayallerimi döktüm içine, artık daha fazla sarhoş olmak istemiyordum. Özledim aslında ben, o kadar çok özledim ki durup nefes alsam özlemlerimi dışarıya vursam bu özlemlerim geçecek sanki, inanıyorum buna, bir yerde özlemin beni beklediğine ve nefes aldığımda buharlaşıp uçup gideceğime inanıyorum ben, Yorgunluğum bütün bedenimi artık istila etti savaşmaktan o kadar çok bıktım ki kaybedebileceğim bir toprağım kalmadı artık benim, bütün topraklarımı inandığım uğurda kaybettim ben çünkü. Arkadaşlarımı kaybettim, sevdiklerimi kaybettim ve en sonunda bir köşe başında kendimi kaybettim ben. Nankörlüğün en üst seviyesini gördüm ama bu kadar da nankör olunmaz dediğim insanların bile nankör olacakları aklımın ucuna dahi gelmezdi. Korkarak yaşadığım bu oyunda kırmızı kart görüp çıkmayı, terk etmeyi çok arzuladım ben başarısız oldum çıkamadım, çabaladım çabalamaya çalıştım ama olmadı bir tutam bekledim, bir kitap kokusu olmak istedim yada okuyamadığım yarım kalmış bir kitabın arasındaki o ayraç olmak istedim, yarım bırakılmış ve terk edilmiş bir ayraç. Bir gemiye binip çekip gitmek çok istedim aslında ben kendimden bile uzaklaşmak istedim, kendimi bir odaya bırakıp gaz vanasını açtıktan sonra intihar edişini hayal ettim, bazen de durup durup ölümü hayal ettim. Bir el aradım ben, soğukta olsa razıydım, ısıtırım dedim kendi kendime ellerimle ısıtırım dedim yada koyarım koynuma ısıtırım dedim, olmadı. Olmayan şeylerin üzerine yenilerini koymak, sevgi dilenmek zordur, Eğer birisi sizi sevmiyorsa yada terk etmişse bitmiştir, daha fazla kendinizi asla yıpratmayın olmayan şeyler olmuyor işte denemeyin boşuna kendinizi yormayın, yok ben bu uğurda daha çok yara alacağım daha çok savaşıp daha yeni yaralar alacağım diyorsanız üstüne gidin bir şansınız her zaman vardır. Ben yapamadım daha fazla gücüm kalmadı çünkü.
Kendimi dinlemeye başlayalı çok uzun zaman oldu artık, Nefes alışım değişti eskisi gibi daha derinden almıyorum ben, soluklanıp ara veriyorum, yüzüm kırıştı, sakallarım çıkmaya başladı, bıyıklarımı haftada iki kez traş eder oldum. Ben çok değiştim, kendimi bile tanıyamaz oldum ama değiştim kendi içimde olan sevgimi kör kuyulara attım daha fazla sevgi dilenmemek için daha fazla acı çekmemek için. Az kaldı dediğim ne varsa çok birikti yüreğimde artık şimdilerde kurudum.
Tarih yalnızca mutsuzları yazar dedikleri olay belki de gerçektir, bilmiyorum ama benim içimdeki mutsuzluk eşit bir ağırlıkta ilerliyor, bir tür bilinmeyen denklem gibi.
Yazacak, söyleyecek ve anlatacak o kadar çok şey biriktiriyorum ki sanırım aklımı kaybediyorum artık, sonunda yavaş yavaş aklım beni terk ediyor artık.
Ben geldim, Nasılsınız? Normalde Pazartesi günü gelecektim buraya, malum Doğum Günümdü yazarım dedim ama olmadı her neyse. Uzun uzun bir yazı yazmak istemiyorum, pek öyle niyetim yok, biraz özledim burayı sadece o kadar. Bahçeme ektiğim çiçeklerimin hepsi kurudu çok üzüldüm bu duruma ama alıştım, sırtımda olan yaralara alışmak gibi bu ama alıştım. Güzel şeyler olmuyor, Çalıştığım kurum, Hayatım, Nefes alışım hiç güzel şeylerim olmuyor dediğim ne varsa arada bir oluyor, şimdilerde, Benim korkum sanırım yalnızlık yada Kaybetmek iki arada gidip geliyorum ve alışamıyorum bu duruma. Evet 27 oldum ben, Doğdum ve büyüdüm, artık olgunlaştım diyebiliyorum kendime eskisi gibi değilim ama eskiyi hep özlüyorum, eskiye dönmeyi çok özlüyorum artık. Çekip gitmek istedikçe korkularım ağır basıyor gidemiyorum köşeye sıkışmış bir fare gibiyim adete. Güzel şeylerde oluyor elbette İkinci Kitabım çıkacak, Normalde ben ikinci kitabım asla olmaz diyen bir adamdım şimdilerde ikinci evladımı kucağıma alacağım günü iple çekiyorum artık. Bazen uyandığımda ciddi ciddi tek istediğimin güneşin yüzüme vurmasını istiyorum sanırım ama olmuyor. Birkaç ay öncesine kadar ciddi ciddi çekip gitmek istiyordum ama oturduğum sandalyeden dahi kalkamamak beni bitiriyor sona geldiğimi hissediyorum ama son olmadığını da görüyorum. Şarkıda hep dinlediğim gibi '' İnsanların yüzlerini göremiyorum, Sana boncuktan kuş yaptım konacak pencerene'' bu söz benim için anlamı çok güzeldir aslında.
Neyse ikinci kitaptan söz edecek olursam yayınevinden haber bekliyorum, artık okuma vb. şeyler ondan sonra basım süreci olacak, olursa da onun bilgisini yine buraya gelip ilk burada yazarım sanırım. Bazen geriye dönüp baktığımda burada yıllarım geçmiş ve benim burası ciddi ciddi odam olmuş zaten hep yazmıştım burası benim odam diye ama şimdilerde onun fikrini artık kabullenmek garip hissetmeme neden oldu. Anlatmak istediğim ve anlatamadığım kelimelerim dar ağacında yargılayacak günü bekliyorum hep ben. Hayat işte.
Benim halletmeye çalıştığım meselelerim henüz bitmedi, bitecek ama ne zaman bitecek bende henüz bilmiyorum diyecek pek bir şeyim yok yazmak istediğim onlarca cümlem var ama hepsini tozlu raflara kaldırdım kısa bir süreliğine.
Benim yaşım 27 oldu, gönlümü put sanıp da kıran çok oldu.