Ben ilk o acıyla ölmediğim gün çok gücenmiştim kendime. Küsmüştüm konuşmuyordum bi kere, kırılmıştım kendime nasıl oldu da bu kadar ileriye gitmiştim hiç anlam veremedim sırf bu yüzden ne kadar okunacak kitap varsa hepsini bir bir yargılamaya karar verdim. Işığı görüyordum tren yolunda ama o ışık trenin lambası olduğunu beni ezdikten sonra anladım. Ben bir çok şeyi çok geç anladım yada çok geç tanıdım sürekli içime kapandım durdum. Kaplumbağa gibi, korktuğu zaman kendi kabuğuna saklanan biriydim ben, tabi sonra bir şeyi daha öğrendim o kabuk gün geliyordu parçalanıyordu. Bilmediğim tek şey trenin ne zaman geleceğiydi. Gelecek hayal ettim kendime, gelmeyen onca hayalden sonra gelecek hayal ettim. Kıskanıyordum çünkü, annemin öldüğü gün boynuma yapışan cam kırıklıklarını çıkarmak zorunda kaldığım için kıskanıyordum kendimi. Sonra uçurumdan aşağıya hızla atlamak geldi içimden, birinin elini tutup birlikte ölmek geldi, tabi ölmek o kadar kolay değildi ama birlikte ölmek kadar mutlu veren bir hadisede yoktu henüz. Hiç kimse ama hiç kimse birlikte ölen çiftin mutluluğunu henüz bulamamışlardı. Bilim adamları, profesörler, doktorlar hepsi sadece teknoloji yada diğer şeylerle ilgileniyor yada insan sağlığını daha ne kadar koruyabiliriz gibi araştırmalarda bulunuyorlardı. Ben istemiyordum bunu, benim istediğim tek şey mutlu olmak nasıl bir eylemdi, nasıl bir insan mutlu olabilirdi, bunların araştırmalarını yapmak yerine ne kadar dandik işler var onlara beyin yoruyorlardı bu kendine bilim insanı diyen kişiler.. Bir kaç yıl böyle geçip gitmişti tabi ama benim içimde olan yangın sönmüyordu, hiç bir itfaiye aracıda gelip yardım etmedi, sanki fazlalık gibiydim ben bu evde, yaşadığım evde çamaşır sepetinin bile benden daha fazla değeri vardı. Sırf bu yüzden gücenmiştim kendime. Ağlamak istiyordum, gözyaşlarımı kurutmak istiyordum sonra bunun imkansız bir şey olduğunu anladığım zaman kapının zilini çalmıştım. Evet fazlalık bir eşya gibiydim bu evde ben ama gidecek hiç bir yerim yoktu. Beklemek zorunda kalmıştım sırf bu yüzden beklemeyi ve bekletmeyi hiç sevmedim. Her seferinde kendime geç kaldım bende. Eğer bir gün ölürsem kendi cenazeme dahi geç kalacağım. Sanki organlarımın hepsi iflas etmiş gibiydi kumar masasında bir bir kaybetmiş gibiydiler, ellerine güvenerek oturmuşlardı onlarda o masaya aynı benim gibi bende eskiden öyle oturmuştum, en son tanrımı kumar masasına koyduktan sonra o masadan kalktım ne kadar da iki yüzlü insanlar var dedim bu masada kalkarken, çünkü biliyordum hepsi birer aç köpek gibi o masada beni yeneceklerini, adım gibi biliyordum. Belkide bu yüzden yusuf gibiydim kuyulara atılmış, musa gibi denizi ikiye ayırmış, isa gibi çarmıha gerilmiştim, muhammed gibi zulüm etmişlerdi. Peygamber olamayacak kadar çaresizdim ve onların mucizelerine ihtiyaç duyacak kadar bitmişti ömrüm. Tükenmeye devam ettikçe daha hızlı batıyordum, denizin en dibini görmüştüm çünkü, sonra o denizin dibinde biri bana el uzatmıştı yardım etmişti sağ olsun, tabi çok geçmeden yardımın bir karşılığı olduğunu anladığım gün bir kez daha yıkılmıştım. Komik geliyordu artık bana hayat, tiyatro sahnesinde sadece dekor eşyası olarak rolüm vardı hiç kıpırdamadan sesimi çıkarmadan öylece bekleyecektim oyun bittiği zaman, insanlar evine gittiği zaman rolüm bitecekti benim, kim bilir belkide bu yüzden kalbim kırıldı. Bitmek bilmeyen milyonlarca sözcük yazacaktım oysaki ben. Olmadı tabi, olmayan onca şeyin üzerine bunlarda olmamıştı. Nefes alıyordum hala ama umudum artık yerle bir olmuştu, ikinci dünya savaşında ölü yada diri evime geri dönmemi bekleyen kimsem olmadığı gibi, hayata iki sıfır geriden başladım bende. Etkilenmiştim çünkü, bu kadar gösterinin içinde etkilenmemek elde değildi, kusursuz bir film, kusursuz sahneler, oyuncular, giysiler, dekor, müzikler, senaryo hepsi inanılmaz etkileyici bir filmin başyapıtı gibi sunuluyordu önüme. Oscarlık bir performans gibi..
Böyle olmasını ben istememiştim, hayal kırıklığına uğradığım gün ameliyat olmam gerektiğini söylediler çok büyük hayal kırıklığına uğramıştım çünkü, bu durumdan biran önce kurtulmalıydım. Tam yirmi beş yıl sürdü ameliyatım ne gelen doktorlar bulabildi bu sorunu nede din alimleri, kendi başıma bırakmam konusunda aralarında anlaştıktan sonra son bir kez daha ameliyata girdim, bu sefer tamam dediler acem diyarından getirdikleri bir kız kalbimi söktükten sonra hayal kırıklığım geçmişti, iyileşmiştim tamamen, sağlığıma kavuşmuştum, kalpsiz bir adam olarak bundan sonraki yaşantımı devam ettirecektim. Garip gelen olay kalbimin olmayışı değildi aslında, o kadar sene okumuş doktorlar bu hastalığımın nedenini bulamamış olmalarıydı. Yıllarca kan örneği vermiştim. Artık damarlarımdan kan yerine sızıntı şeklinde hayal kırıklığı akıyordu. Gülmek istemiştim o an kendime sabahlara kadar gülmek istemiştim. Sanki beynimin içinde bana oyun oynayan başka biri varmış gibiydi. Bu kadar zeki olmayı aslında insanları tanıdıktan sonra öğrendim. Zekama hayran kalıyordum bazı geceler iki cümlem ile insanları birbirine düşürme gibi doğaüstü güce sahip olmuştum adeta. Yardım eden kimse yoktu bu yüzden, delirmiştim bende yada delirmeyi seçmiştim
Aklım acıyordu artık, aklım kanıyordu. Aç gözlülük yapmıyordum bende bu duruma pastanın son kısmı bana kalıyordu her seferinde buna bile şükür ediyordum artık. Çaresiz kalmıştım artık, sanki başka yol vardı da ben bilmiyordum yada o yol çok uzundu bilmiyordum aslında, bilmediğim onca şey varken birde bu bilinmezlik beni başka boyuta sürüklüyordu adeta. Tükeniyorum ben sanki. Birisi beni uçurumun kenarına getirmiş arkamdan atmış gibi. Kim olduğunun önemi yok, tanıdığım bütün insanlar bir kez beni o uçurumdan aşağıya attılar çünkü. Yere düşüşümü, yerde cansız şekilde yatışımı, Ne zaman bir hayal kursam başıma nasıl yıkılıyor diye bakardım bende.
Huzuru aramıştım ben en çok, huzur bazen sigaram oluyordu, bazen şarabım asla ama asla sıcak bir omuz olmadı, bakkallarda yoktu çünkü, poşete sığmazdı.
Çekelim albayım çekelim varsa eğer başka acı onu da biz çekelim, zaten çekmediğimiz ne kaldı ki bu dünyada, kahramanlarımız ölüyor çünkü...
Hayal kırıklığına ilk ben uğramamıştım aslında. önce hayal kırıklığı beni kırmış ardından saatte yüz yetmiş beş kilometre hızla giden bir aracın altına attıktan sonra olay yerini terk etmişti. Tabi cesedimi kimse bulamayınca dehşete düşmüştüm. Yoktum çünkü, o uçurumdan aşağıya hızla çakılırken kimse görmemişti beni yada kimse şahitlik etmiyordu bana karşı. Sanki karşı tarafta çok zengin bir ailenin çocuğu vardı. Hakimler, savcılar, emniyet amirleri hepsi o çocuğu haklı çıkarmak adına uğraşıyorlardı tüm suç benim üzerime kalması için bütün dünya seferber olmuş gibiydi. Suçlu bendim, kabul etmiştim, ilk duruşmamda her şeyi bir bir anlatmayı seçmiştim bende hakime. Kaç yıl ceza verdiğini, kaç yıl yatacağımı bilmiyordum henüz. Çektiğim o kadar acı üzerine son el istedim hakimden, son bir el istedim, kazanmak uğruna yapabileceğim hiçbir şeyim kalmamıştı artık, mutlaka sonunda kaybedecektim, kaybetmeye mahkumdum, tamamen kırılmıştım çünkü. Annemin boğazına yapışan cam kırıklıklarını temizledikten sonra fazlalık olan evimi terk ettim bende. Fazlalık bir eşya gibiydim çünkü o evde, çamaşır sepetinin bile benden daha çok değeri vardı çünkü. Kazanamayacağımı adım gibi biliyordum bende. Kumar masasında kaybetmek en büyük eylemdi kusursuz bir cinayet tasarlamak zorunda kalmıştım bende bu duruma, sanki beni oynayan başka biri vardı. Ben sadece izleyerek geçiriyordum. Bütün hayatımı hep izleyerek geçirip durdum. Sonra bir kadına aşık olduğum gün hayatımı anlatmaya başladım bende, saniye saniyesine hiç bir yerini atlamadan anlatmayı seçmiştim. Yapabileceğim hiç bir şey yoktu kalmamıştı artık ameliyat masasında öylece bırakarak terk etmişlerdi beni açık kalp ameliyatı gibi öylece kalakalmıştım sedyede. Zaten hep sürekli aynı şeyleri tekrarlıyordum kalbi kırık adamları kimse özlemez ve aramaz diye. Benim kalbimin kırıklığı artık başka boyuta geçmiş gibiydi ama bunu ben çok geç anlamıştım, hepsi o kadar.